13 Haziran 2020 Cumartesi

1. MELİD – GURGUM VE KUMMUHU KRALLIKLARI

Giriş

Hitit İmparatorluğu’nun yıkılışını müteakiben varlıklarını sürdürmeye devam eden Geç Hitit Krallıkları hakkında genel bilgiler verilecek bu krallıkların etkili olduğu bölgelerden ve maddi kültür kalıntılarından bahsedilecektir. Asur’un, Geç Hitit Krallıkları ile olan mücadelesi, dönemi ve coğrafyanın durumunu ayrıca özetler durumdadır. Hitit ve Asur gibi güçlü imparatorluklara oranla daha dar ölçekte etkili olan bu yerel krallıklardan Melid, Gurgum ve Kummuhu hakkında bilgi verilecektir. Lokalizasyon olarak Malatya merkezli Melid, Kahramanmaraş merkezli Gurgum ve Adıyaman merkezli Kummuhu krallıkları hakkında en geniş bilgileri aldığımız yerel, Asur ve Urartu kaynaklarına değinilecektir.

1.1. Geç Hitit Krallıkları

Hitit İmparatorluğu’nun ortadan kalkmasına rağmen güneydoğu eyaletleri aşağı yukarı beş yüzyıl boyunca Hitit kültürünü yaşatmayı sürdürdüler. Asur kayıtlarında, Suriye ve Toros Dağları ‘Hatti Ülkesi’ olarak belirtilmeye devam etti. Geç Hitit Krallıkları ise bulundukları bölgelerde üzerlerinde Hitit hiyeroglifleri bulunan birçok kaya anıtları diktiler. Bütün bunlardan yola çıkarak kuzeyde Malatya’dan güneyde Filistin sınırlarına kadar olan bölgelerin Asur egemenliğine geçmesine kadar Geç Hitit Krallıkları vasıtasıyla Hitit kültür ve geleneklerinin etkili olmaya devam ettiği söylenebilir.

Harita 1: Hitit Krallığı'ndan Sonra Anadolu (ArkeoAtlas 2004)


MÖ 12. yüzyıl boyunca Suriye, Hitit eyaletlerinden gelen ve Hitit uygarlığını benimsemiş Hurrili halklar tarafından istila edilmişti. Tek bir önderin komutasında örgütlenmiş değildi ve çok sayıda bağımsız küçük krallığın ortaya çıkmasına neden olmuştu.

Hattuşa düştükten sonra bölgeye gelen ilk Asur kralı I. Tiglat Pileser’di. Sonrasında Asur’un tekrar bölgeye gelmesi çok uzun yıllar almıştı. Bu dönemde Arami aşiretleri Suriye’de krallıklar kurdular. Bunların ilk ve en güçlüsü Damaskos’tu (Şam). Til-Barsip, Ya’diya ve Arpad hanedanlıkları devrilip yerine Aramiler geçti. Ya’diya’nın ismi Sam’al olarak değiştirildi. Til-Barsip ve Arpad da Bit Adini ve Bit Agusi isimlerini alarak yeni krallıkların başkentleri oldular. Aramiler yazı yazarken Aramice ve Fenike dilini kullanıyorlardı. Diğer Hitit hanedanları varlıklarını korudular ve Hitit hiyeroglifi kullanmaya devam ettiler.

Asur krallarının Arami ve Hitit krallıklarından vergi almaları oluşan refah ve bolluğu etkilemedi. Hitit kültürü güneye doğru Filistin’e kadar yayıldı. Hitit paralı askerleri Uriya ve Ahimelek’te Musevi ordularında çalıştılar.


Harita 2: Geç Hitit ve Arami Krallıkları (Roaf 1996:160)


Asur yeniden güç kazanarak Asur-Nasir-pal döneminde Suriye seferleri düzenledi, Fırat Nehri’nin doğusundaki toprakların neredeyse tamamının kontrolünü ele geçirdi. Asur kralı Karkamış önlerine geldiğinde Karkamış kralı vergi vermeyi kabul etmek zorunda kaldı. Asur ordusu Suriye’ye doğru denize kadar ilerledi. Karşısına çıkan diğer Hitit krallıkları Karkamış gibi vergi vermeyi kabul etmek zorunda kaldılar.

Asur kralı III. Salmaneser döneminde kuzeyde Fırat’ı geçtiği zaman Hitit krallıkları arasında bu büyük güce karşı birleşme girişimleri oldu. Karkamış, Patina, Bit Adini ve Sam’al birleştiler. Ancak bu direnç yetersiz kaldı. Asur’un gördüğü ilk etkili karşı koyma Hamat ve Damaskos krallıklarından geldi. Asur ile karşı karşıya gelinen savaşta birleşik kuvvetler ağır hasar verdilerse de Asur’un seferden vazgeçmesini başardılar. Fakat ilerleyen zamanlarda Asur, Hamat’ı ele geçirip, Damaskos’a yaptığı seferlerle de güçsüz duruma düşmesini sağladı.

Resim 1: Malatya Arslanlı Kapı Avlusunda Yer Alan Kral Yontusu ve Kabartmalar, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi


Bu sırada ortaya çıkan yeni bir güç Asur’un dikkatini başka yöne çevirmesini sağladı; Urartular. Kuzey Suriye Hitit devletleri Melid, Gurgum, Sam’al, Patina, Arpad, Karkamış, Kummuhu ve Que Urartu’nun destekçisi oldular. III. Tiglat-Pileser Asur tahtına geçtiğinde tüm Suriye’de düzeni yeniden sağlamak üzere sefere çıktı. Urartu kralı Sarduri Suriyeli vasallarının da desteğiyle Asur’un karşısına çıktıysa da ağır bir yenilgiye uğradı. MÖ 704 yılında bütün Suriye devletleri Asur egemenliğine girdi. Ancak iki yıl sonra Suriye’de yine isyan çıktı. Bunun üzerine Asur ordusu Suriye’ye acımasız saldırılar gerçekleştirerek tüm Hitit krallıklarını ortadan kaldırdılar. Böylece Kuzey Suriye’deki Hitit devletleri son buldu.

Geç Hitit devletlerindeki kral isimlerinin çoğunun Hitit kral isimlerinin değişikliğe uğramış hâli olduğunu söylemek mümkündür. Bu da bu devletlerin kendilerini Hitit’in devamı olarak gördüklerinin bir diğer işaretidir. Küçük kentler ve dar alanlarda kurulan devletler Asur’a karşı zaman zaman ittifak yapsalar da çoğunlukla güçsüz kalmışlardır. Başlarındaki kralların yetkileri tam olarak bilinmemekle birlikte, savaşlarda orduyu yönettikleri, barış dönemlerinde rahiplik görevi yaptıkları ve ayrıca yargıç olarak da var oldukları kabartmalar üzerine yapılmış betimlemelerden anlaşılmaktadır. Orduları hakkında yazılı belgelerde bilgiye rastlanmaz. Ancak kabartmalardan anlaşıldığı üzere ordularında süvariler de yer alıyordu. Yaya askerler ok, yay ve mızrak taşır ve savaş arabalarında da iki asker bulunurdu.


1.2. Malatya/Melid Krallığı

Hitit İmparatorluk Çağı’nın sona ermiş olması ve başkent arşivlerinin artık bizlere bilgi vermediği bir dönem olan Geç Hitit Krallıkları döneminde Melid Krallığı ile ilgili bilgileri Asur belgeleri ile Urartu kral yazıtlarından öğrenebiliyoruz. Ayrıca Melid’de bulunmuş Luvice hiyeroglif yazıtlarından da MÖ 2. bin yılın son yüzyılından, MÖ 9. yüzyıla kadar olan dönemdeki hanedan silsilesini tespit etmek mümkündür.

Günümüzde Malatya sınırları içerisinde yer alan Krallığın başkenti olan Melid, Yukarı Fırat’ın batı kıyısında, içerisinde Tohma Suyu’nun aktığı ovanın güneyinde Arslantepe olarak bilinen höyüğün üst katmanlarıdır.

Bu ovada Fırat Nehri büyük bir kavis çizerek daha yavaş akar. Bu nedenle, başkent görece nehrin rahat geçilebildiği bir bölgeye kurulmuştur.

Fransız Hititolog Louis Delaporte tarafından 1932 yılında kazılan bu alanda Melid Kalesi’nin kabartmalı kapısı bulunmuştur. Kapı bulunur ancak kalenin diğer kısımları ile bağlantıları açığa çıkartılamaz. Ancak yine de Rudolf Naumann bir rekonstrüksiyon yayınlar. Bu rekonstrüksiyonun zaman içerisinde gerçekliği bulunan diğer yapı parçalarıyla ispatlanır ve burada ayrıca Asur kralı II. Şarru-kin tarafından yaptırılmış bir sarayın kalıntıları da bulunur.

1.3. Gurgum Krallığı

Güneydoğu Toroslarının uzantılarından biri olan Ahır Dağları’nın güney eteklerindeki alçak tepeler üzerine kurulu Kahramanmaraş, önünde uzanan ve aynı adı taşıyan ovaya hâkim konumdadır.

Bölgenin güneyi, batıda Amanoslar, doğuda ise Kurt, Sof ve Gani dağları arasında uzanan ovalar dizisinin oluşturduğu dar bir koridorla Amuk Ovasına ve Kuzey Suriye düzlüklerine açılır. Bu yönüyle Kahramanmaraş bölgesi Kuzey Suriye dolayısıyla

Mezopotamya coğrafyasının Türkiye topraklarındaki sınırlarını belirler. Bu noktada ortaya çıkan Güneydoğu Torosları, Mezopotamya ile Anadolu arasındaki bağlantıyı keser.

Geç Hitit Krallıklarından “Gurgum” coğrafi olarak bugünkü Kahramanmaraş bölgesine lokalize edilir. Kahramanmaraş’ın yakın çevresinde bulunmuş olan yazıt ve steller bunu doğrular.

Gurgum, Asur yazıtlarında kimi zaman bir kent kimi zaman ise bir bölge adı olarak kullanılır. Kuzeyde Ahır Dağı, batıda Amanos Dağları ve doğuda Gani Dağları beyliğin doğal sınırlarını belirler. Batıda Que (Çukurova/Adana), doğuda Kummuh (Adıyaman), güneydoğuda Kargamış (Gaziantep), Güneyde Sam’al (İslâhiye-Zincirli) beylikleriyle komşudur.

1.3.1. Asur Kaynaklarında Gurgum/Kahramanmaraş

Gurgum adı Asur kaynakların­da ilk kez II. Aşurnasirpal (MÖ 883-859) dönemi yazıtlarında geçer. II. Aşurnasirpal bugün Nimrud olarak anılan Kalhu’daki sarayının açılışına, Hatti, Sidon, Malidu, Habuşkia, Gilzanu, Kumu ve Muşaşiru ülkelerinden beş bine yakın yüksek memur ve elçiyi davet etmiştir. Davetliler arasında Gurgum’dan gelenler de vardır. Kral, sarayın açılışı dolayısıyla 10 gün boyunca davetlilere ziyafet verir ve onurlandırır.

Resim 2: Pazarcık Steli, Kahramanmaraş Müzesi


II. Aşurnasirpal’in oğlu III. Şalmaneser döneminde Asur Devleti’nin Kuzey Doğu Akdeniz’e (Çukurova, Antakya, Kahramanmaraş) gerçekleştirdiği seferlerin oldukça sıklaştığı görülür. III. Şalmaneser bölge beylerinden haraç toplar, aynı zamanda Amanos Dağları’ndan da kereste temin eder. MÖ 858 yılına ait bir Asur belgesi, Gurgum kralı Mutalli'nin, Asur kralı III. Şalmaneser’e (MÖ 858-824) haraç ödediğinden bahseder MÖ 853/2 yıllarına tarihlendirilen yine III. Şalmaneser’in seferlerinin anlatıldığı “Kurkh Anıtı”nda Fırat’ın batı yakasında, gümüş, altın, kalay, bronzun haraç alındığı kişiler arasında Qalparunda adında bir Gurgum kralı karşımı­za çıkar.

Kahramanmaraş’ın güneydoğusunda Pazarcık’ın 7 km. güneyinde Pazarcık Ovası’nı doğu yönden çevreleyen Kazankıran Dağı’nın güney eteklerinde, Kızkapanlı Köyü-Gözlügöl obasında Asur çivi yazısıyla yazılmış bir sınır taşı bulunmuştur. Gaziantep, Adıyaman Kahramanmaraş il sınırları arasında yer alan Gani Dağları’nın güneye uzanan dağ sıraları üzerindeki yaylada -muhtemelen orijinal buluntu yerinde- dikilen bu sınır taşı içeriği bakımından konumunu önemli kılmaktadır.

Asur kralı III. Adad-nirari (810-783) dönemine ait olan stel 140 cm. yüksekliğinde, 44 cm. genişliğinde ve 16. 5 cm. kalınlığındadır ve Kahramanmaraş Müzesinde sergilenmektedir. III. Adad-nirari ve annesi Semiramis’in Kummuh kralı Uşpilulume’nin çağrısı üzerine olasılıkla MÖ 805 yılında Fırat Nehri’nden geçerler ve Arpad’lı Atarşumik’e karşı askeri güç uygularlar. Bundan sonra gelen satırlarda ise III. Adad-nirari, Kummuh kralı Uşpilulume ile Gurgum kralı Palalam oğlu Qalparunda arasında sınır taşı diktiğini söyler.

“Aynı yıl Kummuh kralı Uşpilulume ile Gurgum kralı Palalım’ın oğlu Qalparunda arasında bu sınır taşını dikti”.

Yine III. Adad-nirari dönemine ait bir yazıtta olasılıkla MÖ 796 yıllarında Arpad başkanlığında Asura karşı oluşturulan birliğin içinde Gurgum kralı Qalparunda yer alır.

Yukarıda ele aldığımız Pazarcık-Kızkapanlı steli üzerindeki MÖ 773’lü yıllarda yazılmış olan ikinci bir yazıt ise III. Adad-nirari’nin oğlu IV. Şalmaneser’e (MÖ 782-773) aittir. Babası III. Adad-nirari’nin politikasını izleyerek Kuzey Suriye seferlerini sürdüren IV. Şalmaneser Şam’a yaptığı bir seferden dönüşünde babasının diktiği taşa yeni bir yazıt eklemiş, Kummuh kralı Uşpilulume’nin sınırını teyit etmiştir.

III. Tiglat-pileser’in (MÖ 744-727) saltanatının üçüncü yılına ait bir başka Asur belgesinde, Asur’a karşı ittifak oluşturan Urartu kralı II. Sarduri’nin başını çektiği ve Melid, Kummuh gibi Geç Hitit Krallıklarının da yer aldığı birliğin içinde Gurgum kralı Tarhulara’nın adı geçer.

II. Sargon Dönemi (MÖ 721-705) Asur kayıtlarında Asur ile Gurgum arasındaki siyasi ilişkiler daha net bir biçimde ortaya çıkar. Yazıttan MÖ 711 yıllarında Tarhulara’nın oğlu Mutallu ta­rafından öldürüldüğü anlaşılmaktadır. Bu olay üzerine Asur kralı II. Sargon bizzat Gurgum’a gelip Mutallu'yu tahttan indirir ve Gurgum'u Asur Devleti'nin bir eyaleti hâline getirir. Yazıtta Asur kaynaklarında ilk defa Markaşi (Maraş) ismi geçer.

“Oğlu Mutallum, Gurgumlu Tarhulara’yı kılıçla öldürüp, benim iznim olmadan tahta kendisi geçti ve ülkesini yönetti; yüreğimin kızgınlığı ile hiçbir tehlikeli bölgede benim yanımdan ayrılmayan savaş arabam ve süvarim ile birlikte son hızla Markaşi şehrine gittim. Mutalluyu onun oğlu, ailesi, Bit-Pa’llu ülkesindeki her şey, altın, gümüş ve saraydaki tüm varlığı ile birlikte ganimet olarak aldım. Gurgum halkını en uzak sınırına kadar bağışladım, onların başına kendi memurumu yerleştirdim; Asur halkı ile bir tuttum.”

Korsabad’da bulunmuş bir başka yazıtta II. Sargon’un Markaşili Tarhulara’nın krallığını yıktığını ve tüm topraklarını Asur sınırlarına kattığı ifade edilir. Yine Korsobad’da bulunmuş bir döşeme yazıtında II. Sargon icraatlarını ve niteliklerini sayarken

“Markaşi şehrinde Tarhulara Krallığı’na son veren; Gurgum’un tamamını Asur sınırları içine katan…” ifadesini kullanır.

Söz konusu yazıtlardan II. Sargon döneminde Gurgum’un Asur’un etki alanı içinde olduğu ve Asurlu yöneticiler tarafından yönetildiği anlaşılmaktadır.

Markaşi ismi sadece II. Sargon dönemi Asur belgelerin­de geçer. Hitit hiyeroglif yazıtlarında bu isme rastlamak mümkün değildir.

1.3.2. Yerel Kaynaklı Hiyeroglif Yazıtlı Stel ve Kabartmalarda Gurgum/Kahramanmaraş

Kahramanmaraş kent merkezinde yer alan Kahramanmaraş Kalesi ve Höyüğü ile yakın çevresinde ortaya çıkarılan hiyeroglif yazıtlı stel, kabartma ve heykeller Gurgum’un konumu ve kralları hakkında önemli bilgiler verirler. Bu yontular üzerindeki hiyeroglif yazıtlar olasılıkla 8. yüzyıldan daha erken bir kronolojiye daha çok 9. yüzyıl veya daha öncesine yerleştirilir. 711’li yıllara ait II. Sargon yazıtlarında adları geçen Gurgum kralları Tarhulara ve Mutallu’nun adlarına yerel kaynaklarda rastlanmaz. Bu da en azından Gurgum/Maraş stellerinin 711’li yıllardan önceye ait olması gerektiğini gösterir.

III. Halparuntaş (Asur yazıtlarında Qalparunda, III. Adad-nirari [MÖ 810-783] ile çağdaş) dönemine ait, Kahramanmaraş Kalesi’nde bulunmuş olan ve bugün İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesinde sergilenen kapı aslanı kaleden çıkan önemli eserler arasındandır (Resim 2). Bu gibi örnekler genellikle geç Hitit merkezlerinin kapı girişlerinin her iki yanına bir yanları duvara yaslanacak biçimde konulmaktaydı. Üzerindeki hiyeroglif yazıt Gurgum krallarının soy ağacını vermesi bakımından oldukça önemlidir. Ayrıca üzerindeki hiyeroglif yazıttan, aslanın bulunduğu yerin tanrılara adanmış kutsal bir alan olduğu anlaşılmaktadır.

“Ben prens Halparuntaş

Gurgum şehrinin kralı

Vali Layamaş’ın oğlu

Kahraman Halparuntaş’ın torunu

Cesur Muwataliş’in torun çocuğu

Prens Halparuntaş’ın torununun torunu

Kutsanmış Muaviş’in torununun torun çocuğu

Büyük Layamaş’ın torununun torununun torunu,

Vali Laramaş’ın soyundan

Tanrılar tarafından sevilen,

Halkın tanıdığı, uzak ülkelerde bilinen, yüce ve lütufkâr kral

Beni ve atalarımı seven tanrılar

Beni babamın tahtına oturttular

Harap olmuş yerleri tekrar ayağı kaldırdım

Tarhunzaş ve Ea’nın izniyle bu şehirleri ihya ettim…”

Yazıtta adı geçen Halparuntaş’ın (III) III. Adad-nirari’nin 805 yılında bölgeye yaptığı seferde diktirdiği sınır taşında adı geçen Palalam oğlu Qalparunda olabileceği öne sürülmüştür. Ancak bu noktada Asur kaynaklarında Palalı’ın oğlu olarak geçen III. Halparuntaş (Qalparunda) Hiyeroglif yazıtlarda Laramaş’ın oğlu olarak geçmesini açıklamak güçtür.

Resim 3: Maraş Aslanı, İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi


Yine Kahramanmaraş Kalesi’nden çıkmış olan, bugün İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesinde yer alan gövdesinin alt kısmı günümüze ulaşmış heykel üzerindeki yazıt Gurgum krallarının soy ağacı hakkında diğer bir bilgi kaynağıdır. MÖ 9. yy sonlarına tarihlendirilen, uzun giysili eteği saçaklı bir erkeği betimleyen heykel üslup olarak zincirli Sam’al örnekleriyle paralellik taşımaktadır.

“Ben Hükümdar Halparuntaş,

Gurgum kralı, hükümdar Muwataliş’in oğluyum…

…fakat ben Halparuntaş “ona izin verdim”

Mutawaliş’in oğlu Muwiziş’in büyük torunu

Ben babamı, büyükbabamı, büyük-büyükbabamı ve atamı (?) yücelttim…”

Yazıtta kendini Muwiziş’in torunu olarak tanımlayan kişinin II. Halparuntaş olduğu önerilir. Bu açıdan II. Halparuntaş ve babası Muvataliş III. Şalmaneser yazıtlarında geçen Qalparunda ve Mutalli olmaları olası görülmektedir. Yine yazıtta büyük büyük babası olarak tanımladığı I. Laramaş MÖ 10. yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilir. I. Laramaş’ın Maraş 8 stelini diken ve kendini Astuwaramanzas’ın torunu ve Muwataliş’in oğlu olarak tanıtan hanedanın kurucusu kral olduğu anlaşılmaktadır (Hawkins 2000: 253).

“Ben Laramaş, Astuwaramanzas’ın torunu, Muwataliş’in oğlu..”

Asur ve yerel hiyeroglif yazıtlardan yola çıkılarak Gurgum krallarının soy ağacı şu şekilde düzenlenmektedir. I. Laramaş – Muwiziş-I. Halparuntaş-Muwataliş-II. Halparuntaş-II. Laramaş-III. Halparuntaş. Ancak bu verilerin güvenilirliği tartışmalıdır ve yeni veriler ve arkeolojik buluntularla desteklenmesi zorunludur. Anlaşılacağı üzere Asur yazıtlarının aksine Maraş stelleri krallığın son dönem kralları hakkında bilgi vermezler, bu durum da daha önce de belirttiğimiz gibi bu soy ağacı olasılıkla MÖ 711 öncesi dönem için geçerli olmalıdır.

Resim 4: Kahramanmaraş Mezar Steli, Adana Müzesi


1.3.3. Kahramanmaraş Mezar Stelleri ve Heykeller

Kahramanmaraş Kalesi ve yakın çevresinden çıkarılmış olan steller de kendine özgü bir üslubu sergiler. Önceleri Hitit etkili bir üslupken, daha sonra Asur, Arami ve Fenike unsurlarının artmasıyla daha eklektik ve kompozit bir biçime dönüşür.

Mezar stellerinde tekli, ikili veya üçlü figürlerden oluşan kompozisyonlar kabartma şeklinde betimlenmiştir. İkili kompozisyonlarda genellikle kadın-erkek (karı-koca ?) veya kadın-çocuk, üçlü kompozisyonlarda ise kadın-erkek ve olasılıkla çocuk figürleri işlenmiştir.

İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesinde karşılıklı oturmuş iki kadın figürünün bulunduğu bir örnek klasik anlatımın dışına çıkar. Konular daha çok ziyafet sahnesi ve aile bireylerinin gündelik yaşamlarıyla ilgilidir. Ziyafet sahnelerinde çoğunlukla arkalıklı sandalyelerde karşılıklı oturmuş karı-koca figürleri arasında bir yemek masası/sehpa bulunur. Kompozisyonların üzerinde yiyecek ve içecek bulunan çapraz ayaklı masa ve figürlerin ellerinde kupa veya yiyecek tutar biçimde oluşturulması “ölü yemeği” sahnesi olarak adlandırılmalarına neden olmuştur.

Resim 5: Kahramanmaraş Mezar Stelleri ?, İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi, ve Kahramanmaraş Müzesi


Gövdeler cepheden, baş ve ayaklar ise profilden betimlenmiştir. Erkek figürlerinin ellerinde genellikle üzüm veya buğday salkımı, kupa, bazı örneklerde de asa bulunur.

Saç ve sakal spiral buklelerle ifade edilmiştir ki bu daha çok Arami etkisi olarak yorumlanır. Yine bazı erkeklerin ellerinde papirüs yaprakları veya bunların konulduğu kutular, kalem, terazi gibi olasılıkla mesleklerini yansıtan objeler bulunur.

Kadınlar ise genellikle yün eğirirken betimlenmişlerdir. Kenarları püsküllü, bazen başı da örten uzun bir entari giymişlerdir. Üzerlerinde bilezik, halhal, fibula (çengelli iğne) kemer gibi dekoratif unsurlar da taşırlar. Mezar stellerindeki çocuklu sahneler de Maraş stellerini özel kılan bir başka unsurdur. Çocuklar kadının kucağında betimlenmiş böylelikle daha dünyevi sahneler oluşturulmuştur. Ziyafet sahnelerinde bazen kadınların elinde iğ, ayna gibi nesneler tutar durumda gösterilmeleri aynı anlayışın ürünüdür. Kadınlar yün eğirme ve süslenme ile ilişkilendirilmiş, erkekler ise olasılıkla meslekleriyle ilgili simgelerle betimlenmişlerdir. Maraş stellerini bölgedeki diğer beylik merkezlerinde ortaya çıkarılanlardan ayıran en önemli özellikleri işledikleri konulardır. Stellerde Kral, Tanrı kabartmalarından çok sıradan insanların yaşamları anlatılmıştır. Bu, sıradan insanların yine bölgenin varlıklı aileleri olması olası görünmekle birlikte, konular daha çok aile yaşamı ve kadınlarla ilgilidir.

Bugün Adana Müzesinde sergilenmekte olan bir mezar steli farklı üslubuyla önem taşır. Burada diğerlerinin aksine karı-koca tam cepheden betimlenmişlerdir. Ellerini birbirilerinin omzuna atmışlardır. Yüzlerindeki hüzünlü ifade dikkat çekicidir.

Maraş’ta mezar stellerinin yanında genellikle Fırtına tanrısının işlendiği adak stelleri de bulunmaktadır. Bu örneklerde de gövde cepheden, baş ve ayaklar profilden verilmiştir. Fırtına tanrısının bir elinde balta bir elinde ise şimşek demetleri bulunur. Konik başlığının üzerinde ise kanatlı güneş kursu yer alır. Bu Fırtına tanrısı için gelenekselleşmiş bir kompozisyondur. Adana müzesinde bulunan bir örnekte ise hayvan üzerinde duran bir tanrı betimlenmiştir. Konik, boynuzlu başlık taşıyan figür kısa eteklidir ve uçları yukarı kıvrık ayakkabı giymiştir. Başlığın üzerinde kanatlı güneş kursu bulunur. Sol elinde bir av hayvanı, sağ elinde ise yay bulunur.

Kabartmalı mezar stelleri ve adak stelleri yanında, heykel biçiminde, tanrı veya kral yontuları ile aslan yontuları Maraş Kalesi’nde ortaya çıkarılmıştır. Çoğu yazıtlı olan bu örneklerden yukarıda da değindiğimiz, İstanbul Arkeoloji Müzelerinde bulunan ve üzerindeki yazıtla II. Halparuntaş’a ait olan heykelin gövdesinin alt kısmı günümüze ulaşmıştır. Belde enli bir kemer ve sol yana asılı bir kılıç bulunmaktadır. Buna benzer bir diğer heykel parçası ise Maraş Müzesinde bulunmaktadır.

Kahramanmaraş/Gurgum çevresinde özellikle Kahramanmaraş Kalesi ve yakınlarında 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başında, temel kazılarında tesadüfen bulunmuş bu mezar stelleri, heykel ve yazıtlar kendine özgü yerel bir üslubu yansıtır. Özellikle kabartmalarda işlenen konuların bölgeye has olduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanında Asur, Arami özelliklerinin ayrıntılarda izlenebildiğini söyleyebiliriz.

Kahramanmaraş bölgesinin I. bin yıl kültürleri, bölgede bu döneme yönelik bir arkeolojik kazı yapılmadığından daha çok yüzey araştırmaları sonucu elde edilmiş bulgular ve yazıtlı heykel ve kabartmalardan yola çıkılarak tasarlanabilmektedir. Yüzey araştırmaları sonucu elde edilmiş arkeolojik materyalin değerlendirilmesi bu açıdan oldukça zorlaşmaktadır. Söz konusu bulguların bölgede yapılacak arkeolojik kazılardan elde edilecek stratigrafik verilerle birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

Günümüze kadar kullanımı devam eden Kahramanmaraş kalesi ve höyüğünde yüzey araştırmalarından elde edilen ön bulgular değerlendirildiğinde ilk yerleşmelerin en azından İlk Tunç Çağı’nın başlarına kadar gittiğini söyleyebiliriz. Böylelikle kale ve höyüğün Kahramanmaraş’ın 5 bin yıllık bir tarihsel sürecine tanıklık ettiği anlaşılmaktadır. Kaleden çıkarılmış olan III. Halparuntaş ve II. Halparuntaş dönemine ait aslan ve insan heykelleri Maraş Kalesi’nin Geç Hitit Dönemi kimliğiyle ilgili önemli kanıtlar taşımaktadırlar ve özellikle kutsal açıdan önemli bir yerleşme olduğuna işaret etmektedir.

Kahramanmaraş Kalesi ve eteklerindeki höyük günümüzde, modern kent dokusu tarafından tehdit edilmektedir. Çevresindeki yapılaşma, yollar ve drenaj sistemi ile ağaçlandırma höyüğün tabakalarına zarar vermiştir.

Geç Hitit Dönemi hakkında daha sağlıklı verilere ulaşmak için tarihsel ve arkeolojik açıdan oldukça önemli olan kalede ve höyüğün kuzey, doğu ve batı yamaçlarında arkeolojik kazıların yapılması oldukça faydalı olacaktır.

1.4. Kummuhu Krallığı

Bugünkü Adıyaman sınırları içerisinde kalan krallığın yapılan son araştırmalarla Birecik’e kadar uzandığı anlaşılmıştır. Kuzeyinde Melid, güneyinde Karkamış, batısında Gurgum krallıkları bulunmaktaydı. Krallıkla aynı ismi taşıyan başkent günümüzde Atatürk Baraj Gölü’nün altında kalmış olan Samsat Höyük’te yer almaktadır. Burada yürütülen kazılarda anlaşılmıştır ki Demir Çağı katmanları kendisinden sonraki Kommagene başkentinin mimarisi altında tahrip olmuştur.

Bütün diğer Geç Hitit Krallıkları gibi Kummuhu da Asur ile istikrarsız ilişkiler içerisindeydi. MÖ 886’da Kummuhu kralı Katazilu’nun Asur’a vergi ödediği bilinmektedir. Bir Asur politikası olarak yürütülen küçük krallıkların vergi ödeyerek kontrol altında tutulması ve karşılığında korunma kazanmaları fikri Kummuhu Krallığı için de geçerlidir.

Bugün Kahramanmaraş Müzesinde bulunan ve Pazarcık Steli olarak bilinen yazıtta, Asur kralı Adad-nirari MÖ 805 yılında Gurgum ile Kummuhu arasındaki sınırı çizmektedir.

Urartular tarafından oluşturulan ittifakta yer alan Kummuhu kralı Asur’a karşı ayaklanır. Bu ayaklanma Asur kralı II. Şarru-kin tarafından bastırılır ve başkent Mutalla isimli krala verilir. Ancak bu kral da Urartu ile ittifak yapar. Bunun üzerine Asur kralı II. Şarru-kin Kummuhu’yu ele geçirir ve halkı güney Mezopotamya’ya yerleşmeye zorlar, yerlerine de Babillileri yerleştirir.    


2. SAM’AL – PATİN (UNQI) – TABAL – KARGAMIŞ KRALLIKLARI

Giriş

Geç Hitit Krallıklarından, Sam’al, Patin, Tabal ve Kargamış krallıkları hakkında bilgiler vereceğimiz bu bölümde, krallıkların coğrafi konumları, kısa siyasi tarihleri ve maddi kültürlerini içeren konular yer alacaktır.

2.1. Sam’al Krallığı

Sam’al bugün Gaziantep’te Zincirli Höyük’te yer almaktadır. Salmaneser döneminde ismi Aramice Bit Gabbar olarak değiştirilmiş ve Asur’a vergi ödemek zorunda bırakılmıştır. Aşağı şehir daire şeklinde bir alana yayılmıştır ve çift sur duvarıyla korunur. Bu kentte çeşitli yazıtlar bulunmuştur. Bunlar Fenikece ve Aramca olup bu alfabetik sistemlerle yazılmışlardır. Ayrıca Sam’al kralı Barrakib’e ait hiyeroglifli bir mühür ve yine aynı krala ait hiyeroglif yazıt bulunmuştur. Kral Kilamuva’nın yazdırdığı bir yazıtta kendinden önceki kralların adı verilmektedir.

Bir başka stelde ise Ya’idi kralları olarak Qaral ve oğlu Panamuva’nın isimleri geçer. Yazıtın önemi, Sam’al ülkesinin yaşadığı karışıklıklardan bahsederek Asur hâkimiyetiyle bunların son bulduğunu belirtmesi ve Sam’al krallarının isimlerini vermesindedir.

Bunlar Qaral, oğlu I. Panamuva, Bansur, oğlu II. Panamuva, oğlu Barrakib’dir

Resim 1: Aslanlı Heykel Kaidesi, Tell Tayinat, Antakya Müzesi


2.2. Patin (Unqi) Krallığı

Patin Krallığı bugünkü Antakya ve Amuk Ovası’nda yer alır. Yakın zamana kadar Hattin olarak okunan isminin yakın zamanda yapılan çalışmalar Patin olduğunu ortaya koymuştur. Krallığın başkenti Kunalua’dır. Aynı bölge Hitit kaynaklarında başkenti Alalah olan Mukiş ülkesinin bir parçasıdır.

Bu krallıkla ilgili bilgiler daha ziyade Asur kaynaklarına dayanır. Bu nedenle Hitit İmparatorluğu’nun çöküşünden Asur kralı Aşşur-nasir-apli dönemine kadar olan süreçte Patin Krallığı ile ilgili bilgiye sahip değiliz. İlk kez MÖ 870 yılında Asur kralı Aşşur-nasir-apli’nin batı seferi sırasında Patin ülkesine girdiğini ve kral Lubarna’dan haraç aldığını görürüz.

MÖ 858’de Asur kralı III. Şulmanu-aşerid Kuzey Suriye’ye bir sefer düzenler. Bu seferde Patin Krallığı’nın, Bit-Adini kralı ve Karkamış kralı tarafından desteklendiğini görür. Kuzey Suriye koalisyonu olarak da değerlendirilebilecek bu durumu Asur kralı bozar ve Patin Krallığı’nın bir kısmını işgal eder.

MÖ 857’de ise Patin tahtında Qalparunda’nın oturduğunu ve Asur’a vergi ödediğini görürüz. Bu kralın vergi ödeme sahneleri Balawat Kapı üzerindeki tunç kaplamalarda işlenmiştir. MÖ 829 yılında Patin ülkesinde bazı taht kavgalarının meydana geldiğini yine Asur kaynaklarından öğreniyoruz. Buna göre, Patin kralı Lubarna, Surri adlı biri tarafından tahttan indirilmiştir. Bu durum üzerine Asur kralı III. Şulmanu-aşerid orduyu Patin’e göndererek Surri’yi öldürtmüş ve yerine Sasi’yi geçirmiştir.

Daha sonraki belgelerde ülkenin adı Unqi (Aramice Amq, bugünkü Amuk) olarak geçer, bu nedenle bölgenin bu dönemden itibaren Arami etkisine girdiğini söylemek mümkündür. MÖ 743’te Asur kralına karşı oluşturulmuş ve yenilgiye uğramış, Gurgum, Kummuhu ve Melid’in de yer aldığı Urartu-Arpad ittifakında Unqi yer almaz. Bu durum Asur yanlısı politikaların bir yansıması olmalıdır. Fakat bundan dört yıl sonra Unqi kralı Tutammu anlaşmayı bozar ve ayaklanır. MÖ 738’de Asur buraya bir sefer düzenleyerek Tutammu’yu tahttan indirir, kenti yağmalar ve başkente Asurlu bir vali atar. Böylece Unqi Asur eyaleti hâline gelir.

2.3. Tabal Krallığı

Tabal, Klasik Çağ’da Kapadokya olarak tanımlanan Kayseri, Niğde, Nevşehir ve Aksaray illerini kapsayan, batıda Bor, doğuda Malatya’ya kadar uzanan bir bölgeyi kapsar. Tabal, güneyde yer alan ve Asur etkisinde yer alan Hitit devletlerinin aksine, Friglerle komşu ve etkileşim içerisinde idiler.

Asur kaynaklarında 24 Tabal kralının adı geçer. Bu krallar Asur’a vergi ödemek zorunda kalmışlardır. Tabal krallarından biri olan Ambaris’in Asur kralı II. Sargon’un kızı ile evlendiği ve Hilakku bölgesinin kendisine hediye edildiği yazılı belgelerden anlaşılmaktadır.

Tabal’ın geçim kaynakları tarım, at yetiştiriciliği ve maden işlemeydi. Eski Ahit’te Tabal’dan “Tubal” olarak bahsedilir ve madeni eşyalardaki ustalıkları konu edilir. Yine Eski Ahit’e göre “Tubal” Nuh Peygamber’in oğlu Yafes’in soyundan gelmektedir.

İvriz’de yer alan bir kaya kabartmasında, Kral Warpalawas Bereket Tanrısının huzurundadır. Burada giysiler ve başlıklar Tabal’ın üzerindeki Frig etkisinin göstergeleridir.

Resim 2: Kargamış Kabartmaları, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi


2.4. Kargamış Krallığı

Bugünkü ülke sınırları nedeniyle Kargamış’ın iç şehir ve kalesi, Gaziantep, Nizip, Kargamış köyü sınırları içerisindeyken; dış şehir Suriye Jerablus (Hierapolis) köyü içerisinde kalmıştır. Kargamış, Fırat’ın batı yakasında önemli bir ova üzerindeki geçiş noktası olarak Geç Hitit Devletleri içerisinde en önemlilerinden birini oluşturur.

Geç Hitit Devletleri kurulmadan çok daha önce tarih sahnesine çıkan Kargamış, Anadolu yüksek ovasının bittiği ve Suriye düzlüklerinin başladığı bir alanda kurulmuş olmasıyla, doğu Akdeniz limanlarına açılan ticaret yollarının üzerinde yer almış, Hitit İmparatorluğu zamanında Hititlerin bölgedeki anahtarı olmuştur. MÖ 717’de Asur kralı II. Sargon’un şehri yağmalayarak halkını Asur’a taşımasıyla, bir Asur şehri hâline gelmiştir.

Kargamış 17. yy.’da fark edilmiş olmasına rağmen bilimsel kazılar 1911’de David H. Hogarth başkanlığında başlamıştır. 1920 yılına kadar üç dönem kazılabilen Kargamış’ta çok sayıda eser ele geçirilmiştir. Bunlar, kral ve yöneticilerin hiyeroglif yazılı stelleri, çeşitli orthostatlardır. Ayrıca şehrin surlarına ait kapılar da gün yüzüne çıkarılmıştır.


3. URARTU

Giriş

MÖ 1. bin yılın sonlarında Anadolu ve Mezopotamya’daki değişimler ve bunların sonucunda MÖ 9 ve 6. yüzyıllar arasında Doğu Anadolu’da önemli bir güç hâline gelen Urartu Krallığı hakkında bilgi verilecektir. Krallığı’nın ortaya çıkışı, krallar listesi ve Urartu Krallığı’nın önemli yerleşmeleri anlatılacaktır. Bu yerleşmelerin konumları, krallık içindeki önemleri ve araştırma tarihçeleri de yer alacaktır.

3.1. Urartular

MÖ 1. bin yıl Anadolu’da merkezi yeni güçler, büyük ordular ve savaşlarla kendini gösterir. Demir Çağ Krallıkları olarak adlandırılan doğuda Asur, Babil, Med, Urartu gibi devletler yanında batıda Yunan kent devletleri ile Frig ve Lidya devletleri ortaya çıkar.

Büyük savaşların, insan kıyımlarının, tehcir uygulamalarının yapıldığı bu dönem, özellikle madencilik ve mimari başta olmak üzere birçok yenilik ve gelişmenin de ortaya çıktığı dönemdir. Yeni toplumlar diller ve yazılar artık Anadolu’nun etnik ve kültürel yapısını çeşitlendirmekte ve zenginleştirmektedir.

İşte bu siyasal ve toplumsal panoramada Doğu Anadolu yüksek yaylasında yeni ve gelişmiş bir kültür ortaya çıkar. Bölgenin zorlu iklim koşulları, geçit vermeyen yüksek dağları, bu zengin kültürün ve merkezi yapının gelişimini ilk defa engelleyememiş, aciz kalmıştır. Dağların krallığı artık iş başındadır ve Doğu Anadolu’nun yazgısını değiştirecek, ilk defa Anadolu’nun diğer bölgeleriyle ölçüşebilecek bir teknolojik ve kültürel birikimi yansıtacaktır.

3.1.1. Urartu Tarihinin Ana Hatları

MÖ 9-6. yüzyıllar arasında Yakındoğu tarihinde önemli bir rol oynayan ve merkezini Van Gölü havzasının oluşturduğu Urartu Krallığı ile ilgili bilgilerimiz MÖ 13. yüzyılın başlarına kadar iner. Asur kaynakları bu konuda bilgi edinebildiğimiz tek yazılı kaynak niteliğindedir.

Asur yıllıklarından anlaşıldığı kadarıyla Urartu’nun merkezi devlet örgütlenmesinin ilk adımları Arame ile başlamakla birlikte merkezi devlet sistemine geçiş Lutipri oğlu I. Sarduri (MÖ 840-830) ile gerçekleşmiştir. I. Sarduri adı, Van Kalesi’nin güneybatı eteklerinde yer alan Madırburç üzerinde geçer ve I. Sarduri Ašurca yazılan bu kitabede kendini “Nairi topraklarının kralı” olarak tanıtır.

“Büyük kral Lutipri’nin oğlu, kudretli kral,

Kainatın kralı, Nairi ülkesinin kralı,

Eşi olmayan kral,

Savaştan korkmayan dehşet verici çoban,

Kendine boyun eğmeyenleri mahveden kral Sarduri’nin yazıtı

(Ben) Lutipri’nin oğlu, karlar kralı

Bütün krallardan vergi kabul eden Sarduri’yim” (Payne 2006)

Van Kalesi’ndeki bu yazıt Urartu’nun ilk yazılı belgesidir. Daha önce bilgiler hep Asur kaynaklarından gelmektedir. MÖ 9. yüzyıldan itibaren Urartu yazıtları karşımıza çıkar, bu ilk yazıtlar ise Asur alfabesiyle ele alınmıştır. Asur kültürel etkisi daima Urartu üzerinde baskındır. Yazıtlardaki bu üslup da yine Asur krallarının üslubuyla birebir örtüşür. Evrenin kralı, bütün krallardan haraç alan kral, kentleri fetheden, işin kısası kendini oldukça abartan, bol keseden atan bir üslup vardır.

Tablo 1: Urartu ve Asur Krallarının Karşılaştırmalı Kronolojisi (Salvini 2011)


Urartu krallığı I. Sarduri ile birlikte siyasal ve kültürel açıdan hızlı bir gelişme içine girmiştir. I. Sarduri'den sonra Urartu tahtına sırasıyla oğlu İşpuini (MÖ 830-810) ve Menua (MÖ 810-785/780) geçer.

Krallığının ilk yıllarında bayındırlık faaliyetlerine önem veren Menua başkent Tuşpa'dan çeşitli yönlere giden yollar üzerinde askeri amaçlı birçok kale yaptırmıştır. Bu döneminde krallığın geniş ölçekte yayılımı, krallığın tarihi boyunca sürdüreceği genişleme siyasetinin temelini oluşturmuştur. Menua'dan sonra Urartu krallık tahtına I. Argişti (MÖ 790-765) II. Sarduri (MÖ 764-735) I. Rusa (MÖ 730-714/3) II. Argişti (MÖ 714-685 -?-) II. Rusa’a geçer (MÖ 673/72-?). II. Rusa saltanatı döneminde Urartu Krallığı iktisadi ve kültürel bir gelişme içine girer. II. Rusa dönemi Önasya’da askeri ve siyasal dengelerin değişmeye başladığı, göçebe kabilelerin güçlerini her zamankinden çok hissettirmeye başladıkları bir dönemdir. Kimmerler artık, onları kuzeyden zorlayarak harekete geçmelerine neden olan İskitlerle birlikte İran, Kuzey Mezopotamya ve Anadolu’da tehlike yaratmaya başlamışlardır. Ayrıca MÖ 7. yüzyılın sonlarına doğru İran’da Medler güçlenmeye ve Aššur Krallığı’nı zorlamaya başlamışlardır. Urartu Krallığı bütün bu gelişmeleri önceden tahmin ederek göçebe toplulukların yaratmaya başladığı istila rüzgârından sağ çıkabilmek amacıyla daha çok merkezi bölgesinde yani Van Gölü havzasında ve Transkafkasya bölgesi ile İran Azerbeycanı’nda konumunu güçlendirmek için yeni kaleler kurmuşlardır.

Urartu kralı II. Rusa'nın ölümünden sonra Urartu Krallığı Önasya tarihinde eski önemini yitirmiştir. Bu dönemden sonra Urartu Krallığı’nın yıkılışına kadar geçen süre içinde bilgilerin azlığı yıkılış aşamasını ve nedenlerini tam olarak anlamamızı güçleştirmiştir. Bundan sonraki Urartu krallarının isimlerinden başka kayda değer bilgiler pek fazla olmamıştır. Yakındoğu tarihinde Beylikler/Aşiretler Dönemi ile birlikte 600 yıl boyunca ön planda kalan Urartu Krallığı'nın nasıl ve kimler tarafından ortadan kaldırıldığı tam olarak çözüme kavuşturulamamıştır.


3.1.2. Urartu Mimarisi ve Kazılarla İncelenmiş Önemli Merkezler

3.1.2.1. Van Kalesi (Tuşpa)

Prof. Dr. M. Taner Tarhan tarafından kazılmıştır. Urartu’nun en önemli kentidir. Urartu’nun anıtsal nitelikteki mimari örnekleriyle, ilk yazıtlarını burada görmek mümkündür.

Başkent, sitadel ve aşağı şehirden oluşuyor. Sitadelde yöneticilerin oturduğu saraylar, tapınak, anıtsal kaya mezarları gibi yapılar var.

Resim 1: Van Kalesi, güneyden


Aşağı şehirde halkın oturduğu sivil yapılar vardı. Tuşpa’da en dikkati çeken Urartu öğeleri Anıtsal krali mezarlardır, bunlar kayalara oyulmuş odalardan oluşmaktadır. I. Argişti mezarı tarihlenebilir tek örnektir. Cephesinde I. Argistinin saltanatı süresince yaptığı icraatların anlatıldığı bir yazıt vardır. Van kent merkezinde, Van Gölü kıyısında yer alan bu anıtsal başkent, bir anıt müze niteliğindedir ve bir başkentin bütün unsurlarını taşımaktadır.

3.1.2.2. Aşağı ve Yukarı Anzaf

Prof. Dr. Oktay Belli tarafından kazılmıştır. Van’ın kuzeydoğusunda, Van-Özalp yolunun 10. km’sinde bulunmaktadır. Yukarı Anzaf’ta Haldi tapınağı, büyük depolar ve surlar vardır. Yukarı Anzaf Kalesi Urartu kale mimarisinin ve yer seçim kurallarının tipik örneklerindendir. Kale daha yüksekte bulunan dağların koruması altında bir kaya çıkıntısı üzerine inşa edilmiştir.

3.1.2.3. Çavuştepe (Sardurihinili)

Gürpınar Ovası’nda, Hakkari yolu üzerinde. 1960’lı yıllarda Prof. Dr. Afif Erzen tarafından kazılmaya başlanmıştır. Kazılar yaklaşık 30 yıl sürmüş. II. Sarduri tarafından inşa edilen Çavuştepe Kalesi, Bol Dağı silsilesinin batı bitim noktasında yer alır. Burada Aşağı Kale ve Yukarı Kale olarak iki ana iskân alanı bulunmaktadır. Çevresi surlarla kuşatılmış bu alanlarda Urartu baş tanrısı Haldi’ye ve İrmuşini’ye adanmış birer tapınak bulunmaktadır. Tapınaklar çevresinde rahiplerin oturdukları kompleksler, depolar ve işlikler bulunmaktadır. Ayrıca aşağı kalede oldukça büyük bir saray kompleksi bulunmaktadır. Buradaki depolar, mutfaklar ve saray odaları ilgi çekicidir. Bol Dağı silsileleri üzerine oturtulmuş Çavuştepe Kalesi doğu ve batı uçlarına açılan hendeklerle bağlantıda oldukları tepeden ayrılırlar. Van kent merkezi’ne 30 dakikalık bir mesafede bulunan Çavuştepe kalesi Urartu’ların mimarideki ustalığının en iyi örneklerindendir.

Resim 2: Çavuştepe Aşağı Kale


3.1.2.4. Toprakkale (Qilbani Dağı Önündeki Rusahinili)

Urartu’ların ikinci başkenti olarak kabul ediliyor. Van kent merkezinin hemen doğusundadır.

3.1.2.5. Ayanis (Eiduru Dağı Önündeki Rusahinili)

Prof. Dr. Altan Çilingiroğlu tarafından kazılmaktadır. Son yıllarda Urartu kültürünün ve tarihinin aydınlatılması aşamasında en önemli yerleşme alanıdır. Ortaya çıkarılan tapınak kompleksi ve buluntular II. Rusa döneminde Urartu kültürünün gelişim aşaması, doruk noktasını göstermesi açısından çok önemlidir. Ayrıca tapınak cephesinde yer alan Urartu’nun en uzun yazıtlarından biri olan metinde Urartu tarihinin son dönemlerinin aydınlatılması açısından önemli bilgiler edinilmiştir. Ayanis’te kazılar hâlen devam etmekte. Van merkezden yaklaşık yarım saatlik çoğu Van gölü kıyısında seyreden yolu izleyerek kaleye gidebilirisiniz. Eşsiz bir Van Gölü ve Süphan Dağı manzarası sizi bekliyor olacaktır.

3.1.2.6. Karagündüz

Höyükte sivil yerleşme, Prof. Dr. Veli Sevin tarafından kazılmaktadır. Van’ın kuzeydoğusun’da Erçek Gölü’nün kuzeydoğu uç noktasında yer almaktadır. İlk Tunç Çağı’ndan beri yerleşmeye sahne olmuş höyük ve bunun yaklaşık 1.5 km. kuzey doğusunda yer alan bir Urartu nekropolünden oluşmaktadır. Mezarlıkta içinde 80’i bulan sayıda gömü olan 9 oda mezar bulunmaktadır.

3.1.2.7. Altıntepe/Van

Başkent Tuşpa’nın mezarlığı, Prof. Dr.Veli Sevin tarafından kazısı yapılmıştır. Urartu’nun klasik dönemine tarihlenen tümü soyulmuş 40 kadar yer altı, kayaya oyulmuş mezar ortaya çıkarılmıştır. Başkent Tuşpa halkı tarafından kullanıldığı anlaşılan mezar odaları, krali mezar yapılarının minyatür ölçekteki örneklerini yansıtırlar. Birer kuyuyla ulaşılan mezar odaları, kayaya oyulmuş tek veya birden fazla küçük boyutlu mezar odalarından veya gömü alanlarından oluşur. Birden fazla gömünün yapıldığı bu alanlarda, ölü yatakları veya yakarak gömünün yapılmış olduğu çömlekler, çömleklerin konulduğu nişler saptanmıştır.

3.1.2.8. Dilkaya

Prof. Dr. Altan Çilingiroğlu tarafından kazılmış olan höyük, Van Gölü’nin doğu kıyısında, Edremit’de yer alır. İlk Tunç Çağı’ndan beri yerleşmeye sahne olmuş höyükte Urartu mezarları saptanmıştır. Urartu dönemi köy yerleşmesidir. Höyükte sivil yerleşme, mezarlıkta 3 sandık-oda mezar, küp mezarlar ve kum mezarlar bulunmaktadır.

3.1.2.9. Altıntepe/Erzincan

Prof. Dr. Tahsin Özgüç tarafından 1960’lı yıllarda kazılar yapılmıştır. Tapınak, yönetici yapıları, oda mezarlar bulunmuştur.


4. URARTU DİLİ VE YAZISI

Giriş

Bu bölümde Urartu dili ve Urartu çivi yazısı hakkında bilgiler yer alacaktır. Urartu dilinin kökeni ve gelişimi ile ilgili tartışmalar ve özellikleri anlatılacaktır. Urartu çivi yazısının örnekleri üzerinden yazının tanımı yapılacaktır.

Doğu Anadolu bölgesine yazı geleneği Urartu Devleti’yle birlikte girmiştir. Oldukça geç başlayan yazı geleneği pek yaygın değildir. Mezopotamya kültürlerinin aksine, gündelik yaşama, sıradan insanın yaşamına dair metinler, mitolojik metinlere rastlanmaz. Oldukça sınırlı bir kullanım ve konu alanı olmuştur. Önemli yapılarda, yapı kitabelerinde, sınır taşlarında, bazen su yapıları üzerinde ve bazı tunç objeler üzerinde oldukça standart metinlerden oluşan bir gelenek söz konusudur. Metinlerin içerikleri genellikle kralların imar faaliyetleri, askeri seferleri ve zaferleriyle dinsel yükümlülüklerle sınırlıdır. Söz konusu bu üslup oldukça serttir. Daha çok kralların ağzından çıkan sözlerdir. Sert ve buyurgan bir ifade söz konusudur.

Urartular başlangıçta Asurca olarak kullandıkları yazıyı zamanla kendi dillerine adapte etmişler ve daha çok anıtsal yapılar ile yine törensel amaçlı tunç eşyalar üzerinde kullanmışlardır. Bunun yanında kimi mühürlerde de çivi yazısı karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanında çanak-çömlekler üzerinde daha çok belirtmek amacıyla resim yazısını da kullanmışlardır.

Yapı kitabelerinde, tapınak ve mezar cephelerinde bazen ana kayaya oyulmuş anıtların cephelerinde çivi yazısı, mimarinin bir unsuru olarak, belki bezeme amaçlı olarak da kullanılmıştır.

Yazı dili oldukça standart ve birbirini tekrarlayan ezber metinler şeklindedir. Tanrının adıyla başlar ve kralın bazen oldukça abartılı faaliyetlerinden bahseder. Sosyal yaşama dair yazıtlar yok denecek kadar azdır.

4.1. Urartu Dili

Urartu dilinin hangi ana dil ailesine mensup olduğuna dair yapılan çalışmalarda gelinen nokta çok da belirleyici bir sonuca ulaşılamamıştır. Ancak MÖ II. bin yılda Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Suriye’de yaygın olarak konuşulduğu anlaşılan Hurrice ile akrabalık taşıdığı genel olarak kabul edilir. Ancak doğrudan doğruya Hurrice'den de gelişmediği özellikle belirtilmektedir. Bu aşamada anne kız akrabalığından, teyze-yeğen akrabalığına dayanan bir bağlantı tanımlaması yapılmaktadır.

Yaşayan diller arasındaki akrabalık derecesi de oldukça tartışmalıdır. Ancak Kafkas dilleri ile yakınlığı bilinmektedir. Bu aşamada benzerlikler şu şekilde saptanmıştır:

Geçişsiz fiillerle yapılan cümlelerde özne yalındır. Geçişli fiillerle kurulan cümlelerde ise nesne yalın hâldedir, özne ise ergatif hâldedir. Bundan hareketle son yıllarda yapılan çalışmalarda Doğu Kafkas Dilleri ile kimi bağlantıları saptanmıştır. Bu diller ise Dargi-Lezgi, Laki, Avar-And, Çeçen-İnguş dilleridir.

4.2. Urartu Çivi Yazısı

Daha önce de belirttiğimiz üzere Urartuların en çok kullandıkları yazıt türü kaya yazıtları olarak ortaya çıkar. Bugüne değin saptanan Urartu yazılı belgelerinin toplam sayısı 1700 adet civarındadır. Bunlardan 300 tanesi kapsamlı yazıtlardır. İçerik bakımından zengindirler. Bunun dışındaki yazıtlar yaklaşık 30 adet kil tabletten ve geri kalanı ise bir iki satırlık metinlerden veya kişi adlarından oluşur. Bu tür kısa yazıtlar daha çok tunçtan yapılmış krali adak eşyaları üzerinde ve yine krallık ailesinin kişisel eşyaları üzerinde bulunmuştur.

Resim 1: Urartu Çivi Yazılı Stel ve Yapı Kitabeleri, Van Müzesi


Urartu yazısının gelişim sürecini ise üç aşamalı olarak ele alabiliriz. Başlangıçtan Asur'dan alınmış yazı Asur dili ile birlikte kullanılmıştır. Yani Urartu'nun en erken yazı örnekleri Asur çivi yazısı kullanılarak Asurca kaleme alınmıştır. İkinci aşamada ise Urartu diline adaptasyon süreci başlar, bu aşamada yazı yerel dile uygulanır ancak metinler hem yerel dil, hem de alıntı yapılan kaynak dil kullanılarak yazılır. Üçüncü ve son aşama ise artık geliştirilen ve adaptasyon sürecinin büyük gelişim gösterdiği noktada tamamen yerel dilin kullanılarak kendi yazı sisteminin oluşturulduğu aşamadır. Bu noktada artık yazı tamamen o dilin gereklilikleri doğrultusunda kaleme alınır. Hatta bazen o dilin fonetik ihtiyaçları çerçevesinde özel işaretleri bile eklenebilir.

Resim 2: Çivi Yazılı Urartu Steli


Urartu yazısı yukarıda ana hatlarıyla vermeye çalıştığımız yazı gelişiminin bütün aşamalarını geçirmiştir. Krallığın kurucusu I. Sarduri tarafından Van Kalesi'nin doğu uç noktasında yer alan Madırburç yapısındaki taş bloklar üzerindeki ilk yazıtlar Asurcadır:

“Lutipri’nin oğlu, büyük kral, kudretli kral, evrenin kralı, Nairi ülkesinin kralı, benzeri olmayan, savaştan korkmayan, kendisine karşı gelenleri dize getiren Sarduri’nin yazıtıdır. Lutipri oğlu, kralların kralı, bütün krallardan haraç alan Sarduri, şöyle konuşur: Alniunu şehrinden buraya bu temel taşlarını getirttim, bu duvarı inşâ ettim.” (Payne 2006)

Urartu'da çift dilli yazıtlar çok fazla değildir. Başlıca örnekler arasında Topzawa ve Kelişin stelleri ile yine Kevenli köyünde bulunan bir yazıttır. Ancak Prof. Dr. Dinçol'a göre bu yazıtlar Urartu yazısının gelişim seyrini yansıtmasından çok krallığın içindeki Asur'ca kullanan ve bilen halk gruplarına yöneliktir.

Urartu yazı karakteri göz önüne alındığında, Urartu yazısının işlevsel kullanımının yanı sıra, yapı cephelerinde hiç kabartma kullanmayan Urartular için yazının dekoratif bir unsur olarak da ön plana çıktığı düşünülmektedir.

Urartu'da yapı kitabeleri daha çok droit ve bazalt gibi sert taşlara yazılmıştır. Kaya yazıtları ise daha yumuşak olan kireçtaşından ana kayanın yüzeyi tamamen pürüzsüz hâle getirilerek çivi yazısı uygulanmıştır.

Bu noktada özellikle sert volkanik taşlara yazılan çivi yazısının işlenmesinin oldukça ciddi bir sanatsal ustalık gerektirdiği kesindir. Bu aşamada kimi bilim adamlarına, Urartulu taş ustalarının aslında kabartma sanatında da -Yakındoğu'nun diğer çağdaş kültürlerinde olduğu gibi- üretim yapabilecek düzeyde olmalarına rağmen, kimi kültürel nedenlerle kabartmaların tercih edilmemiş olabileceğini öne sürerler. Zira söz konusu anıtlar göz önüne alındığında çivi-yazısının estetik görünümü oldukça etkileyicidir. Van-Ayanis Kalesi Tapınağı'nın cephesini süsleyen çivi yazılı bloklar ile Van Kalesi I. Argişti mezarı bu duruma örnek olarak gösterilebilirler.

Urartu yazısının Asur'dan alındığı aşikâr olmakla birlikte dış görünüşünün kendine özgü bir biçim aldığı anlaşılır. Bu durum zamanla kendine özgü bir yazım tarzı da geliştirmiştir. Örneğin Urartu'da çivi yazısının uygulanacağı malzeme de göz önüne alınarak işaretlerin birbirini kesmemesine özen gösterilmiştir. Bu noktada yine daha çok yatay ve dikey işaretler kullanılmıştır. Yine bazı örneklerde satırlar düzgün yatay kanallarla birbirinden ayrılmışlardır.

Urartuların metin dilini tekrar ele alırsak, oldukça buyurgan ve katı bir dilin, üslubun kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kralın mutlak otoritesi yazıtlarda hissedilir. Bu noktada da bir Asur etkisinden bahsedilebilir. Urartu örneklerinde de genellikle Tanrı adıyla, Tanrı’nın vekili bir kralın konuşması söz konusudur. Sonraki aşamada yine kralın faaliyetleri ve buyrukları belli bir disiplin içinde verilir. Örneğin tanrının buyruğuyla sefere çıkış sefer güzergâhı ele geçirilen kentler belli bir düzen içinde verilir. Yine sefer esnasında hareket edilen orduya dair sayısal rakamlar verilir. Ele geçirilen ganimetler ve esirler de bazen niteliklerine göre sıralanır. Yazıtların sonunda ise genellikle yazıta zarar vereceklere karşı bir beddua metni bulunur.

“Efendi Tanrı Haldi'ye Sarduri oğlu Işpuini ve İşpuini oğlu Minua bu steli diktirdiler. Tanrı Haldi, kendi mızrağıyla sefere çıktı, Uiteruhi boyunu yendi, Lusa boyunu yendi ve Katarza boyunu yendi. Tanrı Haldi güçlü ve tanrı Haldi'nin mızrağıyla güçlüdür. Tanrı Haldi'nin kudretiyle Sarduri oğlu İşpuini ve İşpuini oğlu Minua Luşa boyuna karşı sefere çıktılar. İşpuini güçlüydü ve Menua güçlüydü. Orduda 66 savaş arabası, ... bin 460 suvari ve 15.760 piyade vardı. Tanrı Haldi, Sarduri oğlu İşpuini ve İşpuini oğlu Minua'nın önünden gitti. Onlar, Luşa ve Katarza boylarını püskürttüler ....Anşe Şehri'ne doğru ve büyük kuquru Şehri'ne doğru ilerlediler. Uiteruhi, Luşa ve Katarza boylarına... Etiuhi Ülkesi'nin krallarından takviye birlikler yardıma geldiler. Tanrı Haldi, kendi mızrağıyla Uiteruhi, Luşa ve Katarza boylarına ve Etiuhi Ülkesi'nin krallarına karşı sefere çıktı. Tanrı Haldi güçlü ve Tanrı Haldi'nin mızraği da güçlüdür. Sarduri oğlu İşpuini ve İşpuini oğlu Minua sefere çıktılar, Uiteruhi, Luşa ve Katarza boylarını ve Etiuhi Ülkesi'ni krallarının takviye birliklerini püskürttüler... Oradan Anaşe Şehri'ne geldiler. ... bin 720 erkek, ... bin 670 kadın, ... yüz 26 at, 13.540 büyükbaş hayvan, 20.785..”. (Payne 2006)

“Her kim bu yazıta karşı suç işlerse, her kim buradan çalarsa, her kim gömerse, her kim suya atarsa, her kim yerini değiştirirse, her kim bir başkasına bunları yaptırıp ‘tahrip et’ derse veya her kim değişik bir şey, yani ben yaptım derse; Tanrı Haldi, Tanrı Teişeba ve Tanrı Şivini onu bırakmasınlar. Ne adını ne de soyunu, yeryüzünde...” (Payne 2006)

Resim 3: I. Argişti Mezarı, Çivi Yazılı Mezar Cephesi


Kalesi'nde Menua sirşini’si olarak tanımlanan yapının girişinin sağına ana kayaya oyulmuş şu yazıt yer alır. Söz konusu yazıtın içeriği bu yapının niteliğinin belirlenmesinde en önemli kaynak olarak kabul edilmiş ve yapının bir kraliyet ahırı olabileceği öne sürülmüştür.

“İşpuini oğlu Menua bu yeri sirşini olarak yaptırdı. Menua der ki: her kim boğaları oradan sürerse, her kim büyükbaş hayvanları (?) oradan çalarsa, her kim bu yazıta karşı suç işlerse veya her kim bir başkasına bunları yaptırırısa, Tanrı Haldi, Tanrı Teişeba ve Tanrı Şivini onu güneş ışığından yoksun etsinler…” (Payne 2006)

Bugün Edremit Kadembastı mevkinde yer alan ve Menua Dönemi'ne tarihlenen yazıtlar ise farklı içerikleriyle dikkat çekicidir. Menua, Van kentine su getirmek için büyük bir kanal açtırmıştır ve bu kanalın kimi yerlerine, destek duvarlarını oluşturan taş bloklarda çivi yazısı yer alır.

“İşpuini’nin oğlu Menua, Tanrı Haldi’nin gücü sayesinde bu kanalı açtı. Adı Menua kanalıdır. Tanrı Haldi’nin büyüklüğü sayesinde, Menua, güçlü kral, büyük kral, Biainili Ülkelerinin kralı, Tuşpa kentinin efendisidir. Menua der ki: Kim bu yazıyı silerse, kim bunu görürse, kim başkasına; ‘Bu kanalı ben açtım’ derse o, Tanrı Haldi, Tanrı Teişeba, Tanrı Şivini ve bütün tanrılar tarafından mahvedilsin; güneş ışığından yoksun edilsin (Payne 2006).

Aynı bölgedeki bir başka yazıt ise içeriği itibari ile Urartu'da nadir görülen örneklerdendir. Daha önce de belirttiğimiz gibi Urartu’da sosyal yaşam veya kişilerin yaşamlarına ait bilgi veren yazıt aslında yoktur. Yazıt ve kitabeler, kralın faaliyet ve politikalarını anlatan, güçlü bir iktidar diline sahip kitabelerden oluşur.

“Bu bağ Minua’nın kızı (karısı) Tariria’nın (dır). Adı Taririahinili(dir).” (Payne 2006:81)

Menua karısı veya kızı için bir bağ yapmıştır. Bugün yazıtın bulunduğu yer Van Gölü’ne doğru açılan yarım daire biçimli, yine bağlarıyla ünlü bir yerdir.


5. URARTU DİNİ – MEZAR BİÇİMLERİ VE ÖLÜ GÖMME GELENEKLERİ

Giriş

Bu bölümde Urartu dini ve panteonu örnekleriyle anlatılacaktır. Urartu ölü gömme geleneklerinin Urartu sosyal yaşamı içindeki önemi hakkında bilgiler verilecektir. Urartu’da önemli yer tutan kaya mezarları örnekler üzerinden tanımı yapılacak ve detaylı açıklanacaktır.

5.1. Urartu Dini

Van ili merkezinde bulunan Toprakkale eteklerinde yer alan Meherkapı Kaya Yazıtı’nda Urartu panteonunun tüm tanrı ve tanrıçaları ve bunlara sunulan kurban listeleri 94 satırlık çivi yazısı ile belirtilmiştir. Yazıtta 79 tanrı ve tanrıça ile bunların önem ve niteliklerine göre, sığır, manda, koyun ve kuzu gibi hayvanlardan ne zaman ve kaç tane kesileceği belirtilmiştir. Urartu panteonu hakkında önemli bilgi edindiğimiz Meherkapı Yazıtı’nda Baş Tanrı Haldi olarak belirtilmiştir. Tanrı Teişeba ve Tanrı Şivini onu izler. Urartu’da tanrıların tasvirleri genellikle bir hayvan ve karışık bir yaratık üzerinde, boynuzlu başlıklarıyla ayrıt edilirler. Haldi genellikle aslan üzerinde betimlenmiştir, bazı örneklerde alev saçar, alev saçan silahlar kullanır. Teişeba genellikle boğa üzerinde gösterilir, Yakındoğu’daki diğer örneklerinde olduğu gibi elinde şimşek demetlerini tutar. Şivini ise geleneksel olarak güneş kursu ile betimlenir. Urartu’da ilk üç tanrı dışında tanrıların kimliklerini belirleyen atribüleri yoktur. Ancak tanrıçalarda durum daha karışıktır. Erkek tanrıların sahip olduğu genel kimlik belirtilerinin hiçbiri bulunmaz.

Resim 1: Van-Meherkapı Kaya Kapısı Açık Hava Kült Alanı


“Egemen efendi Haldi’ye, Sarduri oğlu İspuini ve İspuini oğlu Menua, bu kapıyı inşa ettiler ve emir verdiler. Güneş tanrısının ayında, Haldi’ye, Teiseba’ya, Sivini’ye, bütün tanrılara kurbanlar sunulsun.

Haldi’ye 6 kuzu parçalansın,”

Sonra kurban edilecek hayvan cinsi ve miktarı tanrılara göre sıralanır.

“Haldi’ye 17 sığır 34 koyun (o en büyük tanrıdır çünkü)

Teiseba 6 sığır, 12 koyun

Sivini 4 sığır 8 koyun,” (Payne 2006)

Anlaşılacağı üzere tanrılara önem sırasına göre kurban sunulmaktadır.

Tanrılara kurban sunma uygulaması bütün çok tanrılı dinlerin standart uygulamalarındandır. Eski Doğu toplumlarında, sonra eski Batı toplumlarında, dinî törenlerde kurban merasimleri yapılır. Dinî bayramlarda veya adak günlerinde de yapılır. Bugün olduğu gibi. Bu gelenek tek tanrılı dinlerde de devam eder. Mezopotamya uygarlığının mirasını alan, Yakındoğu’daki tek tanrılı dinlerde kurban uygulaması devam etmiş, bazen kurallara bağlanmıştır.

5.2. Urartu Mezar Tipleri ve Ölü Gömme Âdetleri

Doğu Anadolu bölgesinde birçok alanda yeni gelişmelere imza atan Urartular, mezar mimarisi ve gömü geleneklerinde de birçok ilki ortaya koymuşlardır. Bölgede yeni oluşan siyasi denge, sosyal yapı, artan nüfus gibi etkenler devrim niteliğindeki gelişmeleri zorunlu kılmıştır. Bununla birlikte merkezi krallığın yöneticilerinin, yazıtlarındaki görkemli unvanlarına yakışan anıtsal kaya mezarlarının yanında, artan nüfusun ihtiyacına da cevap verecek değişik türden gömü anlayışlarının ve mezar tiplerinin bir arada bulunduğu mezarlık alanları ortaya çıkmıştır. Gömü geleneklerindeki farklılaşmalar; diğer bir deyişle aynı alanda farklı uygulamaların görülmesi, nüfusun gerek etnik, gerekse sosyal alanda çeşitlendiğinin belirtisidir.

5.2.1. Mezar Tipleri

Urartu mezarları hakkında bugüne değin çeşitli sınıflamalar yapılmıştır. Mezarlar boyutları, yapı malzemesi, inşa şekli, planı gibi mimari özelliklerini tanımlayan adlandırmaların yanında; kralî mezar odaları, yönetici mezarları, halk mezarları gibi gömülen kişilerin sosyal statüsünü belirten kavramlarla da tanımlanmışlardır. Burada bu sınıflandırmalar da göz önüne alınarak, krali mezarlar / kaya mezarları, yer altı oda mezarları, taş sandık mezarlar, basit toprak mezarlar ve urne mezarlar gibi başlıklar altında genel bir ayrıma gidilmiştir.

Resim 2: Van Kurucular ve Doğu Odaları, Eski Van Şehrinden


5.2.1.1. Kaya Mezarları / Krali Mezarlar

Urartu’nun başkenti Tuşpa’da bulunan, Van Kalesi kayalıklarına oyulmuş anıtsal kaya mezarları, yüzyıllardır bölgeyi ziyaret eden seyyahlar ve arkeologların ilk ilgisini çeken yapılar olmuştur. Anadolu’da kaya mezar geleneğinin anıtsal ölçekteki ilk örneklerini Friglerde ve Urartularda görürüz. Bu gelenek daha sonra başka Antik Çağ uygarlıklarında da yaygın olarak kullanılmıştır. Urartu kaya mezarları, Urartu batı ilişkisi çerçevesinde değerlendirilebilecek en önemli argümanlar arasında sayılmıştır. Ancak bu geleneğin batıyla olan olası bir kültürel ilişki sonucu mu, yoksa bağımsız olarak mı geliştiğini henüz tam olarak açıklığa kavuşturabilmiş değiliz. Çok odalı, Urartu mezarlarının diğer iç donanımlarıyla kendine özgü, bağımsız bir gelişim gösterdiği anlaşılmaktadır.

Urartu coğrafyasında bugüne değin 50’den fazla kaya mezarı saptanmıştır. Her geçen gün bu sayı daha da artmaktadır. Bunların büyük bölümü araştırmacılar tarafından Urartu Dönemi’ne tarihlendirilmişlerdir. Ancak son yıllarda kaya mezarları hakkında yapılan bazı yayınlar, bunların kronolojisiyle ilgili yeni bir değerlendirme yapılmasını gerekli kılmaktadır.

Doğu Anadolu coğrafyasındaki kaya mezarlarının ölçüleri, konumları, işçilikleri ve iç düzenlerine bakıldığında farklı grupların ortaya çıktığı görülür. Bu noktada Van Kalesi’ndeki kralî kaya mezarları, Urartu kaya mezar mimarisinin kriterlerini belirlememiz açısından güvenilir örnekler olarak karşımıza çıkar.

Mezar odalarının kronolojilerine dair kimi önermeler yapılmakla birlikte, “Horhor Mezarı” olarak bilinen mezar, cephesinde yer alan I. Argişti’ye ait yazıtından dolayı tarihlendirilebilen tek mezardır. Yine Tunceli Mazgirt Mezarı da girişinde yer alan II. Rusa dönemine ait yazıttan yola çıkılarak tarihlendirilmiştir. Yazıtlarda sadece ilgili kralların faaliyetleri ile ilgili metinler yer alır.

Genel kabul gören görüş; Urartu krallarının Van Kalesi’ne gömülmüş oldukları yönündedir. Kralın asli ikametgâhı veya ölüm yeri başka yerde olsa bile, muhtemelen mezar odası Van kayalıklarına açılıyordu ya da var olan mezar odalarından birine gömülüyordu. Bu önermenin temel dayanağı Karmir-Blur (Ermenistan), Arinberd (Ermenistan), Çavuştepe, Ayanis, Anzaf, Toprakkale gibi başlıca Urartu kralî merkezlerinde kaya mezarına rastlanmamasıdır.

Van Kalesi örnekleri dışında Varto/Kayalıdere, Palu, Mazgirt/Kaleköy, Tatvan, Doğubayazıt, Ağrı/Atabindi, Pasinler Kalesi gibi örnekler, Urartu merkez bölgesi dışında mimari özellikleri, konumları ve iç düzenleriyle Urartu dönemine tarihleyebileceğimiz diğer kaya mezarlarıdır.

Kuzeybatı İran’da Sharik, Sangar, Kale Hodar, Kale İsmail Ağa, gibi merkezlerde çok odalı Urartu kaya mezarı kriterlerine uyan örnekler saptanmıştır. Sharik’da ana salon ile birlikte oda sayısı 5’i bulur. Kale Hodar II kale mezarı 4, Kale İsmail Aga kaya mezarları ise 2 odalı düzenlemeleriyle karşımıza çıkarlar. Kale Hodar I örneğinde ana salonun doğu uç noktasında atık çukuru yer alır.

Resim 3: Van Kalesi, I. Argişti Mezarı Ana Salon


Resim 4: Van Kalesi, Doğu Odaları Mezarı


Başkent Tuşpa dışında yer alan çok odalı kaya mezarları, olasılıkla Urartu’ya öykünen yerel yönetici veya prenslere ait olmalıdır. Ancak daha önce de belirttiğimiz üzere bu mezarlardan hiçbirinde buluntuya rastlanmaması bu değerlendirmeyi sadece bir varsayımdan ibaret kılar. Zira mezar odalarının kronolojileriyle ilgili stil-kritiği dışında herhangi bir kaynağımız bulunmamaktadır.

Ulaşılması güç alanlara yapılan ve dar bir kapıyla ulaşılabilen, çoğunlukla tek odalı, içinde ölü yatağı bulunan mezar odaları, plan ve konum özellikleriyle değerlendirildiğinde, yukarıda genel hatlarıyla ortaya koyduğumuz Urartu kaya mezarı özelliklerine uymadıkları görülür. Van Kalesi’nde Küçük Horhor Mezarı, İç Kale Mezarı ve “Büyük Platform”un altındaki küçük mezar, söz konusu ayrımı yansıtması açısından önemli örneklerdir. Bunların Van Kalesi’ndeki krali mezar örneklerinden -plan ve boyutlarıyla- oldukça farklı bir geleneği yansıttıkları görülür. Küçük boyutlu, tek odalı, odaya açılan büyük nişlerin bulunduğu bu mezarların Urartu sonrası dönemlere; Akhaimenid, Helenistik ve Roma dönemlerine ait olmaları olasıdır.

Daha önce de belirttiğimiz üzere, krali kaya mezarlarının boyutları ve işleniş tarzlarıyla en görkemlileri Urartu başkenti Tuşpa/Van Kalesi’nde yer alır. “Kurucular”, “Neft Kuyu”, “Doğu Odaları” ve “I. Argişti” mezarları bu örneklerin başında yer alır.

Mezarların önünde genellikle bir platform yer alır, bu platformlara, sitadelden kaya merdivenleri veya uygun patika yollarla inilip çıkılmaktadır. Mezar odasına girişi dikdörtgen bir kapı açıklığı sağlarken; bazı örneklerde odaya kayaya oyulmuş birkaç basamakla ulaşılır. Girişten sonra bir ana salon/oda ve bu salona kapılarla bağlı daha küçük boyutlu gömü odalarından oluşan bir mimari düzen vardır. Van Kalesi örneklerinde oda ve salonlar büyüktür. Örneğin Neft Kuyu Mezarı’nda ana salon boyutu 90 m2 yi bulur. Merkez dışındaki kırsal örneklerde ise mezar boyutlarının daha mütevazı ölçülerde oldukları görülmektedir.

Resim 5: Van Kalesi Neft Kuyu Mezarı


Oda sayıları ve iç düzenlemelere bakıldığında, oda veya salon tabanlarına açılmış şişe biçimli atık çukurları görülür. Bu durum, düzenlemenin bu mezar odalarına çok sayıda kişinin gömülmesi için tasarlandığını gösterir. Ana salon ile birlikte oda sayıları değerlendirildiğinde, Van/İçkale (Kurucular) 7, Varto/Kayalıdere Mezarları ve Van-Argişti Mezarı 6, Van/Neft Kuyu, İran-Sharik 5, Van-Doğu Odaları, Palu I-II, Atabindi, İran-Hodar II kaya mezarları ise 4 odalı düzenlemeleri ile karşımıza çıkarlar. Girişten sonra ulaşılan alan genellikle ana salon olarak düzenlenmiş ve bu ana salondan yan gömü odalarına birer kapı açıklığı ile geçişler sağlanmıştır. Ana salon ve odaların duvarlarına ölü hediyeleri veya kremasyon kaplarının (urne) konulabilmesi için nişler açılmıştır. Oda ve salonların bazılarında lahit altlıkları veya izleri ile ölü yatakları tespit edilmiştir. Van/Argişti, Varto/Kayalıdere, Ağrı/Atabindi, Palu II, Mazgirt-Kaleköy gibi örneklerde, mezar tabanına açılan bazıları şişe biçimli çukurlar bulunur. Yeraltı oda mezarlarının in situ durumunda saptanan buluntu durumundan hareketle, bu çukurların mezar odasında yeni gömülere yer açabilmek amacı ile eski gömülerin buluntuları ile birlikte toplandığı birer kemik veya ölü hediyesi depolama alanı; yani “atık çukurları” oldukları anlaşılmaktadır.

Mezar odalarının iç duvarları genellikle sadedir. Bunun yanında Van/İçkale ve Neft kuyu mezarlarında, yan duvarlar ile tavan kısmının birleştiği alanlara, üst örtüyü taşıyan ahşap kirişleri temsil ettiği düşünülen yarım yuvarlak dişli silmeler yapılmıştır. Aynı durum Mazgirt/Kaleköy mezarında da izlenebilmektedir. Yine Van/I. Argişti mezarında ortasında bir delik bulunan, kenarları içbükey, karelerden oluşan oyuklar bulunur. Bunlar olasılıkla -bazı Urartu duvar resimlerinde de tasvirlerini gördüğümüz- bezemeli tunç bir levhanın yerleştirilmesi için yapılmıştır. Tavan genellikle düzdür, bunun yanında Van/Kurucular ve Neft Kuyu mezarlarında tavan beşik tonoz biçiminde oyulmuştur.

Resim 6: Doğubayazıt kaya mezarı cephesi


Van Kalesi’nin güney doğu eteklerinde yer alan Kremasyon Mezarı ise farklı bir plan anlayışı ile karşımıza çıkar. Tek bir salondan oluşan mezar odasının üç duvarı boyunca açılmış nişlerin tabanlarına urnelerin konulması için oyuklar açılmıştır. Bu mezara ulaşım olasılıkla sitadelden değil aşağı şehirden sağlanmaktaydı. Mezarın tek bir salondan oluşması, aşağı kentten ulaşıma olanak tanıması ve mimari özellikleriyle Van Kalesi’ndeki krali mezar örneklerinden ayrılır.

Doğubayazıt Kaya Mezarı cephesi figüratif kabartmalı tek kaya mezarıdır. Mezar cephesi kayalığın batıya bakan yönüne açılmıştır. Kaya mezarında girişten sonra bir ana salon bulunur. Salonun kuzey ve batı duvarlarına nişler açılmıştır. Salonun tabanına açılmış dikdörtgen bir açıklıkla inilebilen alt katta iki oda yer alır.

Küçük boyutlu mezar girişinin her iki kenarında kabartmalar yer alır. Girişin solunda iki elini açmış bir figür, girişin üstünde bir keçi kabartması, sağda ise bir tanrı (!) kabartması betimlenmiştir. Kompozisyonun bir kurban töreni sahnesini temsil ettiği anlaşılmaktadır. Girişin sağında (güneyinde) yer alan tanrı kabartmasının başında çift boynuzlu bir başlık bulunmaktadır. Kabartma, badem gözlü, hafif kemerli burunlu, sakalsız, bileklere kadar inen bir elbise giymiş şekilde tasvir edilmiştir. Saçları omuza kadar inmektedir ve saç uçları olasılıkla buklelidir.

Doğubayazıt kaya mezarının işlendiği kayalık yüzeyi, güney batı yönden izleyen dik kayalık alanda ortaya çıkardığımız, kaya işçiliği, mezarla ilgili veya çağdaş bir yapı grubunun varlığını göstermektedir. Mezar odasının kuzeyinde (sol) ana kayaya yaslanmış üç tane yan yana mekân kalıntısının doğu duvarı (oyukları) ile aralarındaki bölme duvarı çıkıntıları kayaya oyulmuştur.


6. URARTU MEZARLARI VE GÖMÜ ÂDETLERİ

Giriş

Urartu mezar tiplerinden oda mezarlar, taş sandık mezarlar, basit toprak mezarlar ve urne hakkında örnekler üzerinden açıklama yapılacaktır. Ayrıca Urartu’nun ölü gömme âdetleri, mezar mimarisi ve tipleri üzerinden tanımı yapılacaktır. Yine örnekler ve mezar buluntuları ile detaylandırılacaktır.

6.1. Oda Mezarlar

Yer altına yapılmış oda mezarlar Urartu coğrafyasında en yaygın görülen mezar biçimidir. Genel olarak üç ana grup altında değerlendirilebilirler. Bunlar; yer altı taş örgü mezarlar, yer altı kaya mezarları ve her ikisinin birlikte uygulandığı örnekler.

Van Gölü Havzası’nda Karagündüz, Dilkaya, Ernis-Evditepe, Adilcevaz, Yoncatepe, Van/ Altıntepe gibi merkezlerde yapılan arkeolojik kazılarda birçok yer altı oda mezar ortaya çıkarılmıştır.

Resim 1: Van-Yoncatepe M3 oda mezarı


Yer altı taş örgü mezarlar genellikle toprağa açılan ve mezar ölçüleriyle orantılı çukurun içine yapılan taş örgü duvarlarla oluşturulmuşlardır. Yan duvarlar tavana doğru daralan, bindirme tekniğinde düzenlenmiştir. Böylece daralan tavan kısmı birbirine paralel yerleştirilmiş yassı taş levhalarla örtülebilmiştir. Mezar odaları çoğunlukla uzun-dikdörtgen planlıdır. Bazı örneklerde odaların uzunluğu 6 m’yi bulur. Genişlikleri 1,5–2 m, yükseklikleri ise 1,5- 2,5 m arasında değişmektedir.

Mezar odaları çoklu gömü için düzenlenmiştir. Bu nedenle sürekli giriş olanağı bulunan bir sistem geliştirilmiştir. Yüzey ile bağlantıyı genellikle taş örgü veya doğrudan toprağa açılmış kuyu biçimli bir dromos sağlar. Karagündüz örneklerinin tümünde mezar odasının kısa duvarına açılmış, yassı sal taşı bir blokla örtülmüş, bir kapı açıklığından giriş sağlanmıştır. Yoncatepe örneklerinde ise giriş, mezar odasının kısa duvarına yakın tavan kısmına açılmış ve kapak taşıyla örtülmüş kare veya dikdörtgen bir açıklıktan; tepeden sağlanmaktadır.

Bununla birlikte dromossuz örnekler de bulunur. Bu örneklerde, olasılıkla mezar odasına üst örtüyü oluşturan sal taşlarından birinin kaldırılmasıyla girilebiliyordu.

Yer altı taş örgü mezarların yanında yine yer altında, kayaya oyulmuş oda mezar yapımı da Urartu’da yaygındır. Bu tür mezarlar işlenmesi oldukça kolay olan kaya türlerinin bulunduğu alanlarda yapılmıştır.

Resim 2: Van-Altıntepe Yer Altı Oyma Mezar (Sevin 2003: 232)


Van Kalesi Nekropolü, Altıntepe Nekropolü olarak adlandırılan alanda 1990’lı yılların sonunda yapılan arkeolojik kazılarda birçok yer altı kaya mezarı ortaya çıkarılmıştır. Mezar odaları değişik mimari düzenlemeleriyle dikkati çekerler. Yüzeyden, kare veya dikdörtgen, kuyu biçimli bir dromosla mezar odasının kapısına ulaşılır. Kapı taş örgü mezarlarda olduğu gibi yassı sal taşı levhalarla kapatılmıştır. Bazı mezarlar tek odalı, duvar dipleri sekili ve yan duvarları nişli bir plana sahiptir. Bazı örneklerde ise kapı açıklığından sonra ulaşılan ana salon veya oda ile bağlantılı daha küçük boyutlu gömü odalarından veya büyük nişlerden oluşan bir mimari düzenlemeye gidilmiştir. Odaların bazılarının duvarlarında niş açıklıklarına rastlanır.

Mezar odalarının bazılarında alternatif gömü alanlarının oluşturulduğu görülmektedir. Karagündüz ve Yoncatepe mezarlarında, mezar odasıyla bağlantılı ikinci veya üçüncü bir gömü alanının varlığı saptanmıştır. Yoncatepe 6 mezarı çok odalı yer altı taş örgü mezarlara iyi bir örnektir. Üstte yer alan 5.80 x 170 m boyutlarındaki mezar odasının güneydoğu bölümüne ikinci bir mezar odası açılmıştır. Altta yer alan bu ikinci mezar odasının üstünün sal taşı levhalarla kapatıldığı anlaşılmaktadır. Bu mezar odasına ana mezar odasından 4 basmakla inilmektedir. Bu alanın doğusuna da killi toprağa açılmış üçüncü bir mezar odası açılmıştır.

Karagündüz Nekropolü’nde bazıları sadece elle ulaşılan, ana mezar odalarından göreceli olarak daha küçük olan bu alanlar, çoğunlukla küçük bir açıklıkla mezar odalarına bağlanmışlardır. Yoncatepe’de de bu amaçla kullanılmış, fakat Karagündüz örneklerine göre oldukça büyük, neredeyse ikinci bir mezar odası niteliğindeki alanlar, killi sert toprağa açılmışlardır ve beşik tonozludurlar. Mezar odasına yeni gömüler yapıldıkça eski gömülere ait kafatası ve buluntuların da bu alanlara toplandığı saptanmıştır.

Plan 1: Karagündüz Mezarlığı M6 Mezarı Buluntu Durumu


Yer altı oda mezarlarındaki bu çok odalı plan anlayışı, Urartu kaya mezarlarının küçük ölçekli yansımaları olarak kabul edilebilir. Bu, kaya mezarlarının mimari biçim ve köken anlayışına bazı açıklıklar getirebilir.

Karagündüz, Dilkaya, Yoncatepe gibi yer altı örme mezarları, içlerinden çıkan yivli çanak çömleklerden yola çıkılarak Erken Demir Çağı’na tarihlendirilmişlerdir. Ancak bu nekropollerdeki mezarlarda ortaya çıkarılan buluntu grupları bütün olarak değerlendirildiğinde, kronolojide bazı sorunlar dikkati çekmektedir. Yivli malzemeyle birlikte bazı mezarlarda kırmızı astarlı Urartu çanak çömleği, Urartu süs iğneleri ve bölgede kronolojisi MÖ 8. yy’dan daha erkene çekilemeyen fibulaların çıkması, tarihlendirme sorununu da beraberinde getirmiştir. Malzeme grubu ve buluntu durumu bir bütün olarak değerlendirildiğinde; en azından Karagündüz, Dilkaya ve Yoncatepe gibi nekropol alanlarının Orta Demir Çağı’na tarihlendirilmesi gerektiği tarafımızdan öne sürülmüştür.

Bununla birlikte oda mezar geleneğinin erken örnekleri Ernis Nekropolü’nde aranabilir. Bu nekropolde kurgan mezar tipi ile oda mezar tiplerini aynı alanda izlemek mümkündür. Çevresi bir taş sırası ile kuşatılmış birden fazla taş sandık türü mezar biçiminin izlendiği örnekler yanında, büyük boyutlu, dromoslu mezar tipleri görülmektedir. Bölgede 1960’lı yıllarda yapılan kazılar hakkında yeterince bilgimizin olmaması, çıkan çanak çömlek buluntularını sağlıklı bir biçimde değerlendirmemizi de zorlaştırmaktadır.

6.2. Taş Sandık Mezarlar

Doğu Anadolu bölgesinde en azından İlk Tunç Çağı’ndan itibaren kullanılmaya başlayan ve Urartularda da görülen diğer bir mezar tipini taş sandık mezarlar oluşturur. Yoncatepe ve Dilkaya kazılarında ve Karagündüz nekropollerinde bu türden mezarlara rastlanmıştır. Dikine yerleştirilmiş yassı taş bloklarıyla, çoğunlukla kare ve dikdörtgen planda sandık şeklinde bir tür mezar oluşturulmuştur. Üst örtü ise büyüklüğüne göre bir veya iki yassı taşın dikine yerleştirilmiş sal taşlarının üzerine oturtulmasıyla yapılmıştır. Yoncetepe’de tek kişinin gömülmüş olduğu mezara karşın, Dilkaya’da yedi gömünün yapılmış olduğu taş sandık tipinde büyük boyutlu bir örnek mevcuttur. Karagündüz Nekropolü’nde de boyutları ve gömü sayısı ile oda mezar anlayışına yakın ama mimari kuruluşu ile taş sandık tipini yansıtan M2 mezarında çoklu gömü saptanmıştır.

6.3. Basit Toprak Mezarlar

Cesedin doğrudan toprağa açılmış çukura yerleştirildiği mezarlar basit toprak mezarlar olarak tanımlanır. Gömü genellikle hoker biçiminde yapılmıştır. Tek bireyin gömüldüğü örneklerin yanında, aynı alanda birden fazla kişinin gömülmüş olduğu basit toprak mezarlar da bulunmuştur. Bu durum oda mezarlardaki çoklu gömü anlayışının basit toprak mezarlarda da uygulanmış olabileceğini gösterir. Basit toprak gömülerde de mezar armağanı ve ölü yemeğinin konulduğu gözlenmiştir.

Oda mezarlardakilerle karşılaştırıldığında ölü armağanı olarak bırakılan eşyaların niteliğinde belirgin bir farklılık göze çarpmaz.

Resim 3: Van-Altıntepe Urne Gömü (Sevin-Özfırat 2000, fig.5)

6.4. Urneler

“Urneler” başlı başına bir mezar tipini ve gömü geleneğini yansıtmakla birlikte diğer mezar tipleri ile bağlantılı olarak da ele alınabilir. Urne, aslında kremasyon / yakma işleminden sonra ölünün kalıntılarının (kül, kemik) konulduğu tunç veya çoğunlukla pişmiş topraktan yapılan kısa boyunlu, şişkin karınlı, düz dipli kapları tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Urneler kaya mezarları veya oda mezarlarının duvarlarına açılan nişlere, doğal kaya oyuklarına, toprak ya da kayaya açılmış oyuk ve kanallara konulmuşlardır. Kapların ağzı genellikle küresel biçimli bir çanağın ters konulması ile örtülmüştür. Bazı örneklerde kabın etrafı küçük taşlarla desteklenmiştir. Tek başına olanlar yanında birden fazla urne’nin yan yana yerleştirilmesiyle oluşturulmuş gruplar da vardır. Van kayalığında yer alan kremasyon mezarındaki oyuk sayıları dikkate alındığında çok sayıda urne gömünün aynı alanda toplanabildiği görülür.

Urnelerin omuz kısımlarında genellikle üç delik yer alır. Bunun yanında tek, ikili ve beş delikli örnekler vardır. Bilinçli açılmış bu deliklerin ölü ruhunun serbest kalması için yapıldığı öne sürülür. Tarhan ise söz konusu deliklerin gömülen kişinin cinsiyetiyle ilgili olabileceğini vurgulamaktadır. Bazı örneklerde ölü armağanları urnenin içine bazılarında ise hemen yanına konulmuştur.

Iğdır/Melekli, Adilcevaz, Patnos/Dedeli, Liç, Van/Altıntepe, Habibuşağı ve Dilkaya gibi Urartu nekropollerinde çok sayıda urne gömü in situ olarak ortaya çıkarılmıştır.

6.5. Gömü Âdetleri

Urartu mezar tipleri ve mezar mimarisi aslında gömü geleneğinin de bir yansımasıdır. Urartu’da gömü biçiminin ana karakteri çoklu gömüdür. Mezar odalarına birden fazla gömü yapılmıştır. Gömü sayısı mezar odasının boyutları ve kullanım süresine bağlı olarak değişebilmektedir. Örneğin Karagündüz 8 mezarında gömü sayısı 106’yı bulmuştur. Mezar odalarına cesetler hoker pozisyonunda bırakılmıştır.

Boyutları göz önüne alındığında bir mezar odasına bu kadar fazla gömünün yapılması teknik olarak mümkün değildir. Mezar odasına yeni gelen gömülere yer açabilmek amacıyla eski gömülerin mezar armağanlarıyla birlikte mezar dibine doğru yığıldığı, buluntu durumlarından anlaşılmaktadır. Buna karşın bazı özel uygulamalar da tespit edilmiştir. Yoncatepe 3 mezarında kafataslarının aynı alanda toplandığı, bazılarının ise çanaklar içine konulduğu görülmüştür. Yine Karagündüz K 10 mezarında yaklaşık on tane kafatası, mezar odasının dip kısmına açılan bir oyuğa yerleştirilmiştir.

Mezarlarda normal gömülerin yanında kremasyon gömülerinin de yapılmış olduğu saptanmıştır. Özellikle Yoncatepe 3, Karagündüz 5 ve 8 mezarlarında kremasyon işleminin gerçekleştiğini kanıtlayan yanmış insan kemikleriyle küller bulunmuştur. Bu mezarlarda urne bulunmayışı, ölünün yakıldıktan sonra, olasılıkla kemiklerinin belki bir kumaş parçasına sarılarak mezar odasına konulduğunu akla getirmektedir. Halkın kullandığı mezar odalarında kremasyon gömü ve normal gömülerin bir arada bulunması belki de farklı gelenek ya da kültürel kökenden gelen bireylerin aynı mezar odalarına gömülmüş olabileceğini göstermektedir. Bunun yanında kişinin sosyal statüsü, cinsiyeti veya ölüm şekli de gömü biçimini belirlemiş olabilir. Ancak bu ayrımı belirleyecek arkeolojik bulgu yoktur.

Mezar odaları içinde bulunan çanak çömlekler ölü yiyecek ve içeceğinin konulduğu kaplardır. Ölen kişiler, çoğunlukla kişisel süs eşyalarıyla veya armağanlarıyla birlikte gömülmüştür. Mezar odaları içinde bazıları in situ olarak saptanan gömülerden de anlaşılacağı üzere demirden bilezik veya halhal, demir veya tunç elbise/ süs iğneleri, demir ve tunçtan yüzükler, çeşitli taşlardan boncuk kolyeler ile hemen hepsi demirden yapılmış hançer ve bıçaklar gömüyle birlikte mezar odasına konulmuştur.

Bazı metal buluntular, üzerindeki kumaş izleri ve elbise aksamı olarak kullanılan tunç ve demir iğneler ile düğmeler, ölünün mezar odasına giyinik biçimde konulduğunu göstermektedir.

Yoncatepe mezarlarında, insan gömüleriyle birlikte hayvan gömüleri de saptanmıştır. Ancak bunlardan sadece M5 mezarındaki örnek in situ durumda saptanmıştır. Diğer birçok mezarda da onlarca köpek kafatası ve kemiği bulunmuştur. Aynı alanlarda yığın hâlinde büyükbaş ve küçükbaş hayvan kemikleri izlenmiştir. Mezar odalarındaki bu sıra dışı gömü anlayışını açıklayabilecek arkeolojik kanıt yoktur.

Kaya mezarlarında uygulanan gömü anlayışları hakkında ise bilgilerimiz çok sınırlıdır. Zira Varto/ Kayalıdere kaya mezarında, kısmen defineciler tarafından bozulmuş bir alan dışında, tespit edilebilmiş orijinal bir gömü veya buluntu durumu yoktur. Daha önce de değindiğimiz gibi kaya mezarlarına kuşkusuz soylular veya saray erkânından kişiler gömülüyordu. Dolayısıyla uygulanan törenlerin niteliği de buna göre şekilleniyordu.


7. URARTU METAL İŞÇİLİĞİ VE URARTU SULAMA TESİSLERİ

Giriş

Bu bölümde Urartu madenciliği hakkında kısa bir bilgi verilecektir.

Urartu maden işçiliği maden eser örnekleri üzerinden açıklanmaya çalışılacaktır. Ayrıca Urartu Krallığı’nın öne çıkan özelliklerinden biri olan gelişmiş sulama tesisleri detaylı olarak anlatılacaktır.


7.1. Urartu Madenciliği Metal İşçiliği

7.1.1. Urartu Madenciliği

Urartular için Yakındoğu'nun en büyük madenci topluluğu tanımlaması yapılır. Yapılan yüzey araştırmalarında Doğu Anadolu'nun birçok noktasında saptanmış demir madenleri, işleme atölyeleri Urartulara atfedilmiştir. Ancak sadece yüzey araştırmalarına dayanan bu tür bilgiler söz konusu tanımlamanın yapılabilmesi için oldukça iddialı kanıtlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunca maden ocağına rağmen Urartu yerleşmelerinde maden işleme atölyeleri veya işlikleri arkeolojik kazılarda saptanamamıştır. Kimi zayıf kanıtlar ise bu konuda iddialı konuşmaya yetecek derecede değildir.

Buna karşın mimaride ve daha çok kaya işleme sanatlarındaki becerileri, özellikle metal araç gereç üretiminde de endüstriyel bir aşamaya geçtiklerini gösterir. Bugün Urartu coğrafyasında yayılım gösteren yerleşme alanlarındaki mimarinin kalitesi bir şekilde metal alet kullanımının da kalitesini gösterir. Bir nevi Urartuların en yetkin oldukları mimarlık konusundaki başarıları kimi zaman özellikle demirden alet üretmekteki ustalıklarına da bağlanır.

Maden ocakları veya atölyeleri bulunmasa da bugüne değin daha çok kaçak kazılardan ve arkeolojik kazılardan ortaya çıkarılmış tunç ve demirden eserler, Urartu'nun metal işleme ustalıklarının en iyi kanıtıdır.

Demirden yapılmış silahlar ve iş aletleri, tunçtan yapılmış savaş silahları ile kuyumculuk örnekleri oldukça dikkat çekici bir işçiliği yansıtırlar. Yine tunçtan yapılmış üzeri çivi yazılı ve bezemeli bakraçlar, at koşum takımları, mobilya parçaları, çanaklar oldukça gelişmiş bir estetik anlayışı, tekniği ve işçiliği yansıtır. Burada bazı örnekler ele alınarak Urartu metal işçiliği hakkında genel bir panorama çizilecektir.

7.1.2. Urartu Kemerleri

Urartu kemerleri gerek metal işçiliğinin kalitesi gerekse üzerindeki bezemeler yardımı ile Urartu dini, mitolojisi ve sosyal yaşamına dair önemli bilgiler verir. Kemerler ve madalyonlar ile tunç levhalar üzerindeki tasvirlerden hareketle Urartuların giyim kuşamına, gündelik yaşamına ve sosyal statüsüne değin çeşitli çıkarımlar yapılabilir.

Urartu kemerlerinde ince olan ve konu olarak daha çok ziyafet sahnelerinin bulunduğu kemerlerin kadınlara ait oldukları anlaşılmaktadır. Daha kalın olanlarının ise erkeklere ait oldukları düşünülür.

Buluntu yeri bilinmemekle birlikte, boyut, sahne ve üslup açısından Urartu kemeri olduğu açık olan bir örnek belki de bize Urartu kadını hakkında en çok bilgiyi vermektedir. Uzunluğu 79.2 cm, genişliği ise yaklaşık 7 cm olan kemer üzerinde tanımlanabilen figürlerin neredeyse tamamı kadınlardan, kadınların oluşturduğu kompozisyonlardan oluşmaktadır. Kemer yatay olarak bölünmüş iki panelden oluşur. Bazen birbirini tekrar eden sahneler, narratif yani öyküleyici bir üslupta ele alınmıştır ve olasılıkla bir düğün merasimi anlatılmaktadır:

Çizim 1: Kemer Üzerinde İki Şerit Hâlinde Düzenlenmiş Olasılıkla Bir Düğün/Ziyafet Sahnesi Betimlenmiştir (Kellner 1991b: taf 70-71/282).


Kemer üzerindeki sahnelerin konusu büyük olasılıkla bir düğün betimidir. Sahnenin başında ve sonunda çok burçlu krali bir yapının betimlenmesi bu eylemin krali bir kentte veya iki krali kent arasında yapılmış olduğunu göstermektedir. Bu noktada tasvir edilen gelinin ve bunun yanında kemer sahibinin saraya veya kraliyet ailesine mensup olma olasılığı yüksektir.

Gelin çeyizini taşıyan süslü at arabaları, ziyafet sahneleri, çalgıcı ve oyuncular, konu edilen olayın ihtişamını da sergilemektedir. Bu açıdan Urartu’da elit tabakanın veya kraliyet düğünlerinin oldukça hareketli geçtiği anlaşılmaktadır. Söz konusu sahnelerde erkeklere veya tanrıçalara özgü betimlerin olmaması ise ilginçtir.

Çizim 2: Öküzlerin çektiği iki tekerlekli araba, sunu yapan kadınlar ile değişik müzik aletleri çalan kadınların betimlendiği bu kemer parçasında olasılıkla yine bir düğün merasimi/ziyafet sahnesi betimlenmiştir.


Çizim 3: Gümüş Kolye Ucu (Merhav 1991a:175, fig.1)


Çizim 4: Toprakkale'den Gümüş Pektoral (Kellner 1991b: 164.fig.1)


7.1.3.Madalyonlar ve Göğüslükler

Urartu'da özellikle tunç ve altından yapılmış olan madalyon ve göğüslükler de oldukça ince bir işçiliğin ürünüdürler. Üzerlerinde daima kabartma bir tasvir yer alır.

Konular kemerlerde olduğu gibi belki bir kraliyet düğünü, ziyafet sahnesi, mitolojik karışık yaratıklardan oluşan bir sahne veya bir kabul sahnesidir.

Urartu’nun ikinci başkenti olarak kabul edilen ancak bu konuda herhangi bir arkeolojik kanıtın olmadığı II. Rusa dönemi kenti Toprakkale’de bulunmuş gümüş madalyonlarda oldukça görkemli görünen bir tahtta bir kadın/tanrıça oturmaktadır, bazı yorumlara göre bu tanrıça, Baştanrı Haldi’nin eşi Tanrıça Arubani’dir. Kolye ucu olarak tanımlanan bir diğer örnekte ise yine bir taht üzerinde oturan kadın/tanrıça her iki yanında dua eder pozisyonda birer kadınla betimlenmiştir. Figürler arasında güneş sembolü yer almaktadır.

Çizim 5: Toprakkale'den Altın Madalyon (Kellner 1991b:164, fig.1'den düzenlenmiştir


7.1.4. Tunç Adak Levhaları

Urartu coğrafyasında sıklıkla rastlanan ve olasılıkla kemer parçalarının yeniden işlenerek oluşturulduğu anlaşılan “tunç adak levhaları” üzerinde çoğunlukla tanrı tasvirleri yer alır. Söz konusu tasvirlerde tanrı betimi genellikle standarttır. Bir hayvan üzerinde ayakta durur pozisyonda yer alan tanrı, elinde genellikle bir silah tutar, ayrıca bir yayı da bulunur. Diğer elini ise dirsekten kırarak hafifçe öne doğru uzatmıştır. Kısa bir etek üzerinde bileklere kadar uzanan bir tunik giyerler. Elbise kenarları püsküllü veya işlemelidir, yine elbisenin desenli bir kumaştan yapıldığı görülür.

Resim 1/ Çizim 6 : Tunç Adak Heykelciği, Van Müzesi (Merhav 1991a:fig17)


Tanrının daima boynuzlu bir başlığı vardır. Bir örnek işlediğimiz konu bakımından dikkat çekicidir. Adak levhası üzerindeki tanrı betiminin karşısında ellerini yukarı kaldırmış “dua eder pozisyonda” bir kadın figürü işlenmiştir. Benzer örneklerde olduğu gibi uzunca geometrik desenli bir tunik giymiş kadının başı ayrı, yatay desenli bel altına kadar inen bir örtüyle kapatılmıştır. Kadının önünde yer alan keçi olasılıkla kurban edilen hayvanı betimlemektedir.

Şekil 1 / Resim 2: Van/Derebey'de Bulunmuş Olan Tunç Heykelcik, Erivan Tarih Müzesi (Zahlaas 1991: 184,21)


7.1.5. Metal Heykelcikler

Arubani’ye atfedilen bir tunç heykelcik Urartu’nun nadir örneklerindendir. Van-Derebey’de bulunduğu rapor edilen ve bugün Erivan Müzesinde bulunan tunç heykelcikte yine elit tabakadan olduğu anlaşılan bir kadın veya tanrıça betimlenmiştir. Burada da ayak bileklerine kadar uzanan bezemeli bir elbise giymiştir. Başörtülü olarak gösterilmiş figürün boynunda üç sıra hâlinde düzenlenmiş boncuk kolye ve başı hayvan biçimli bir elbise iğnesi dikkat çekicidir.

7.2. Urartu Sulama Tesisleri

Urartuların bugün dahi kullanılan sulama tesisleri oldukça başarılı ve sistemli bir şekilde, depreme karşı bilinçli mühendislik önlemleri alınarak yapılmışlardır. Şüphesiz bu tipte önlemlerin alınabilmesindeki en büyük etkenlerden birisi, Urartuların madencilikte çok ileri bir düzeye ulaşmış olmalarıdır.

Van’ın 20 km. doğusunda, II. Rusa tarafından inşa edilen Keşişgöl Barajı, yine II. Rusa tarafından kurulan II. başkent Toprakkale’nin kurulması ile birlikte oluşturulan yeni bir sulama siteminin parçası olarak inşa edilmiştir. Berlin’de bulunan II. Rusa’ya ait stelde bu faaliyet hakkında bilgi edinmekteyiz. Uzun ama büyük bir kısmı anlaşılamayan metinde Keşişgöl’ün yapılış amacından bahsedilmektedir:

“Burada kanallar, savaklar için çok su biriktirdim. Adına Rusa gölü dedim. Bu arada şimdiye kadar çorak arazi için Rusa kentine bir kanal açtırdım. Verimli topraklar eskiden hiç ekilip biçilmezdi.” (Payne 2006)

“Rusa der ki, Rusa kentini kurduktan, bu gölü oluşturduktan sonra, Rusahinili önündeki arazinin Tuşpa halkı tarafından işlenmesini…

Halk tarafından aletlerle temizlenmesini emrediyorum.

Rusa der ki, hazırlanan araziye bağ, bahçeler kurulmasını emrediyorum.

Orada büyük işler yaptım. Bu göl Rusahinili için geleceğin teminatıdır…” (Payne 2006)

Urartu sulama kanalı dendiğinde hiç şüphesiz akılımıza ilk gelen Menua (Şamram) Kanalı’dır. Van’ın 50 km. güneyinde yer alan Gürpınar Ovası’ndan Urartu Krallığı’nın başkentinin bulunduğu Van Ovası’na su getirmektedir. Ayrıca Menua Kanalı bununla kalmaz ve geçtiği yerlerdeki tarla, meyve-sebze bahçelerinin de su ihtiyacını karşılamaktadır. Kanal boyunca yaklaşık 5000 hektardan fazla arazi Menua Kanalı’nın taşımış olduğu suyla sulanıp ekilip biçilebilmektedir.

Yüzyıllar boyunca bozulmadan varlığını koruyan ve bugün dahi kullanılan, geçtiği bölgelerdeki tarım alanlarına hayat veren Menua Kanalı 15 farklı noktasına hemen hemen birbirleriyle aynı nitelikte olan inşa yazıtları konmuştur.

“İşpuini’nin oğlu Menua, Tanrı Haldi’nin gücü sayesinde bu

kanalı açtı. Adı Menua Kanalı’dır. Tanrı Haldi’nin büyüklüğü

sayesinde, Menua, güçlü kral, büyük kral, Bianili Ülkelerinin

Kralı, Tuşpa kentinin efendisidir.

Menua der ki, kim bu yazıyı silerse, kim onu tahrip ederse,

kim bunu görürse, kim başkasına ‘Bu kanalı ben açtım’ derse o, Tanrı Haldi, Tanrı Teişeba, Tanrı Şivini ve bütün tanrılar tarafından mahvedilsin; güneş ışığından yoksun edilsin.” (Payne 2006)

Urartu Devleti yaklaşık 300 yıl boyunca Doğu Anadolu bölgesine altın çağını yaşatmıştır. Merkezi güçlü krallık, maden işçiliği ve kent mimarisi ve şehirciliği geliştirmiş, ortak bir din anlayışını benimsetmeye çalışmıştır. Doğu Anadolu bölgesinin sert iklim koşulları ve geçit vermez topografyasına rağmen yüksek bir medeniyet üretmiş olan Urartulardan sonra Doğu Anadolu bir daha aynı refah düzeyine ulaşamamıştır.    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

1. MELİD – GURGUM VE KUMMUHU KRALLIKLARI Giriş Hitit İmparatorluğu’nun yıkılışını müteakiben varlıklarını sürd...